Terakkiperver Cumhuriyet Partisi ve En Hain Kafaların Verimi Olan Programı
Saygıdeğer baylar, “komplo” konusunu açıklarken ve komplonun Meclis içindeki evresini anlatırken, önemsiz sanılabilecek kimi ayrıntılara dokundum. Bunda beni haklı göreceğinizi umarım.
Hatıra gelir ki, her hükümet, her zaman gensoruya çekilebilir. Bir gensoruya bu denli önem vermek doğru mudur? Şunu bilginize sunmalıyım ki, söz konusu olan gensoru, olağan bir gensoru değildi. Komplonun özel bir evresi idi. Bu gensoru oyunundan sonradır ki, karşıcıllar maskelerini atmak zorunda bırakıldılar. Bilindiği üzere, “Terakkiperver Cumhuriyet Partisi (İlerici Cumhuriyet Partisi)” diye bir parti kurdular. Gizli ellerin düzenlediği parti programını da ortaya attılar.
“Cumhuriyet” sözcüğünü söylemekten bile çekinenlerin; cumhuriyeti, daha doğduğu gün boğmak isteyenlerin kurdukları partiye “Cumhuriyet”, hem de “İlerici Cumhuriyet” adını vermeleri, nasıl ciddi ve ne kerte içtenlikli bir davranış sayılabilir?
Rauf Bey ve arkadaşlarının kurdukları parti, “tutucu” diye nitelendirilseydi, belki bir anlamı olurdu. Ama, bizden daha çok cumhuriyetçi ve bizden daha çok ilerici olduklarını savlamaya kalkışmaları elbette doğru değildi.
“Parti, dinsel düşünce ve inançlara saygılıdır.” sözlerini ilke edinip bayrak gibi kullanan kişilerden, iyi niyet beklenebilir mi idi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri, bilgisizleri, bağnazları ve boş inanlara saplanmış olanları aldatarak özel çıkarlar sağlamaya kalkışmış kimselerin taşıdıkları bayrak değil mi idi? Türk ulusu yüzyıllardan beri, sonu gelmeyen yıkımlara, içinden çıkabilmek için büyük özveriler isteyen pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş mi idi?
Cumhuriyetçi ve ilerici oldukları sanısını vermek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atılmaları; dinsel bağnazlığı coşturarak, ulusu, cumhuriyete, ilerlemeye ve yenileşmeye karşı kışkırtmak değil miydi? Yeni parti, dinsel düşünce ve inançlara saygı perdesi altında: “Biz halifeliği yeniden isteriz. Biz yeni yasalar istemeyiz. Bize mecelle (Tanzimattan sonra yapılmış, kimi ilkelere dayalı kanun kitabı) yeter. Medreseler, tekkeler, bilgisiz softalar, şeyhler, müritler, biz sizi koruyacağız; bizimle birlik olunuz! Çünkü, Mustafa Kemal’in partisi halifeliği kaldırdı. Müslümanlığı zedeliyor. Sizi gâvur yapacak, size şapka giydirecek!” diye bağırmıyor muydu? Yeni partinin ilke edindiği sözler, bu gerici haykırışlarla dolu değil midir?
Bakınız baylar; bu ilkeye bağlı olanlardan birinin, çok zaman önce, (yani 10 Mart 1923 günü) asılmış Cebranlı Kürt Halit Bey’e yazdığı mektuptaki şu cümlelere: “Müslümanlık dünyasının kalımlı olmasını sağlayan ilkelere saldırıyorlar.” “Bu konudaki açımlamalarınızı arkadaşlara da okudum. Hepsinin çabalarını arttırdı. Batılılaşmak; tarihimizi, uygarlığımızı yitirmeyi” zorunlu kılar… “Halifeliği yıkmak, din işlerine karışmayan bir hükümet kurmayı düşünmek; bunlar Müslümanlığın geleceğini tehlikeye atacak etmenleri yaratmaktan başka bir sonuç veremez.”
Baylar, olup bitenler gösterdi ve tanıtladı ki, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programı, en hain kafaların ürünüdür. Bu parti, yurtta cana kıyıcıların, gericilerin sığınağı ve dayanağı oldu; dış düşmanların yeni Türk Devletini, körpe Türk Cumhuriyetini yıkmayı öngören planlarının kolaylıkla uygulanmasına yardım etmeye çalıştı. Tarih; gizli amaçlarla düzenlenmiş, genel ve gerici doğu ayaklanmasının nedenlerini inceleyip araştırdığı zaman, onun önemli ve belirli nedenleri arasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının dinsel konularda verdiği sözleri ve doğuya gönderdiği sorumlu yazmanın kurduğu örgütleri ve yaptığı kışkırtmaları bulacaktır.
Günlüğünü, nafile ve gece namazlarının sevabını anlatan hadislerle doldurmuş olan bu sorumlu yazman, doğu illerimizde dinsel kışkırtmalarda bulunurken, kendi partisinin programını uygulamıyor muydu? Yazıksız (masum) halka, beş vakit namazdan başka, geceleri de çokça namaz kılmayı söyleyip öğütleyen adam belki de yaşamı boyunca hiç namaz kılmamış olan bir siyasacı olursa, bu davranışın ereği anlaşılmaz olur mu?
Baylar, yaptığımız devrimin genişliği ve büyüklüğü karşısında eski boş inançların ve kurumların birer birer yıkılışını gören bağnaz ve gerici kimseler, “dinsel düşünce ve inançlara saygılı” olduğunu bildiren bir partiye ve özellikle bu partinin içindeki tanınmış kişilere dört elle sarılmaz mı? Yeni parti kuran kişiler bu gerçeği anlamış değil midirler? Öyle ise, ellerine aldıkları din bayrağı ile, ulusu ve ülkeyi nereye götürmek istiyorlardı? Böyle bir soruya verilmesi gereken yanıt da, “iyi dilek, aymazlık, umursamazlık” gibi sözler, yurdu ilerleteceğim diye ortaya atılan bir partinin ileri gelenleri için özür sayılamaz.
Baylar, yeni parti, adındaki “İleri” ve “Cumhuriyet” sözcüklerinin tam karşıt anlamlarıyla gelişmiştir. Bu partinin ileri gelenleri, gerçekten gericilere umut ve güç vermiştir. Buna örnek vereyim: Ergani’de, ayaklanıcıların valiliğini kabul eden ve sonradan asılan Kadri, Şeyh Sait’e yazdığı bir mektupta: “Millet Meclisinde, Kâzım Karabekir Paşa’nın partisi, din kurallarına saygılı ve dinseverdir. Bize yardım edeceklerine kuşkum yoktur. Dahası, Şeyh Eyüb’ün (Ayaklanıcıların başlarından olup asılmıştır. [Atatürk’ün notu]) yanında bulunan parti sorumlu yazmanı, partinin tüzüğünü getirmiştir…” diyor. Şeyh Eyüb de, yargılanması sırasında: “Dini kurtaracak biricik partinin, Kâzım Karabekir Paşa’nın kurduğu parti olduğunu; din kurallarına uyulacağının, parti tüzüğünde bildirildiğini” söylemiştir.
Baylar, “İlerici” ve “Cumhuriyet” sözcüklerini kullanarak, bizden ve ulus aydınlarından din bayrağını gizlemeğe çalışanların, ülkede genel bir gerilemeye ve ayaklanmaya yol açmak için içeride ve dışarda, türlü düzenlerle ve kışkırtmalarla uğraşanların varlığını bilmedikleri düşünülebilir mi? Yeni partiye girenlerin tümü değilse bile, dinsel konularda verilen sözleri başarı için, etkili bir etmen sayan ve bununla ilgili hükmü tüzüklerine koyan kimselerin, yurda karşı, bize karşı hazırlanan cana kıyıcı düzenlerden habersiz oldukları kabul edilemez!
Tutalım ki, bunlar, ayaklanmanın başlamasından aylarca önce, yurdun şurasında burasında yapılan gizli toplantılardan; “Gizli İslam Derneği” (Cemiyet-i Hafiyye-i İslâmiyye) örgütünden; İstanbul’da Nakşibendi şeyhlerinin yaptığı toplantıda, hazırlanacak ayaklanmaya yardım için verilen sözden; en sonu, ulusal sınırlarımızın dışında bulunup doğu ayaklanmasını kışkırtanların bildirilerinde (Halep’te bastırılarak Doğu illerimizde dağıtılan Şahin Paşaoğullarının bildirisi. [Atatürk’ün notu]) Kâzım Karabekir Paşa’nın partisine umut bağlandığının belirtilmesinden haberli değillerdir. Ama bunların, Fethi Bey Hükümeti zamanında, partilerinin, dokuncalı ayaklanmaya ve geriliğe kışkırtıcı durum ve nitelikte olduğunu ve yurda dokunca verdiğini Fethi Bey’in kendilerine bildirmesinden sonra olsun, gerçeği görüp anlamaları gerekmez miydi? Hükümetin ve benim, çok temiz yürekle yaptığımız bu uyarmalardan sonra olsun, gerçeği anlamaları ve ona göre davranmaları gerekirdi. Onlar, tersine, bu kez de: “Dinsel düşünce ve inançlara saygılıyız.” kalıbını büsbütün karşıt anlamda yorumlamaya kalkıştılar. Sanki bilinen bu kalıp sözle, her dinin ve türlü dinden olan kişilerin düşünce ve inançlarına saygılı olduklarını söylemek; geniş ölçüde özgürlüksever olduklarını anlatmak istiyorlarmış… Baylar, böyle bir tutuma, doğru ve içtenlikli denemez!
Siyasa alanında birçok oyunlar görülür. Ama, kutsal bir ülkünün belirmesi (tecellisi) olan cumhuriyet yönetimine karşı, çağdaşlaşmaya karşı, bilgisizlik, bağnazlık ve her türlü düşmanlık ayağa kalktığı zaman; özellikle ilerici ve Cumhuriyetçi olanların yeri, gerçek ilerici ve cumhuriyetçi olanların yanıdır; yoksa gericilerin umut ve çalışma kaynağı olan yer değil…
Ne oldu baylar? Hükümet ve Meclis, olağanüstü önlemler almayı gerekli gördü. Takriri Sükün Yasasını (Dirliği ve Düzenliği Sağlama Yasasını) çıkardı. İstiklal Mahkemelerini çalıştırdı. Ordunun savaşa hazır sekiz, dokuz tümenini, ayaklananları yola getirmek için, uzun süre görevlendirdi. “Terakkiperver Cumhuriyet Partisi” denilen dokuncalı siyasal kuruluşu kapattı.