savaşlar – Ataturkicimizde.com http://ataturkicimizde.com Bir Mustafa Kemal Atatürk sitesi Mon, 28 Oct 2019 13:35:20 +0000 tr-TR hourly 1 https://wordpress.org/?v=4.9.11 http://ataturkicimizde.com/wp-content/uploads/2018/09/cropped-512512-1-32x32.png savaşlar – Ataturkicimizde.com http://ataturkicimizde.com 32 32 Çanakkale’deki Atatürk etkisi, Sinan Meydan http://ataturkicimizde.com/canakkaledeki-ataturk-etkisi-sinan-meydan/ http://ataturkicimizde.com/canakkaledeki-ataturk-etkisi-sinan-meydan/#respond Mon, 18 Mar 2019 04:17:48 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=7930 Çanakkale’deki Atatürk etkisi, Sinan Meydan  “İçinizde ve komuta ettiğimiz askerlerde Balkan utancının ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kesinlikle kabul etmem…”  (Yarbay...

Bu yazı Çanakkale’deki Atatürk etkisi, Sinan Meydan ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Çanakkale’deki Atatürk etkisi, Sinan Meydan

 “İçinizde ve komuta ettiğimiz askerlerde Balkan utancının ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kesinlikle kabul etmem…”  (Yarbay Mustafa Kemal, Çanakkale, 30 Nisan 1915)

Bugün 18 Mart 2019…

Çanakkale Deniz Zaferi’nin 104. yıl dönümü… 18 Mart 1915’te Çanakkale’yi denizden geçemeyen İngiliz-Fransız müttefik orduları, 25 Nisan 1915’te Gelibolu Yarımadası’na çıkıp Çanakkale’yi karadan geçmeyi denediler.

18 Mart 1915’te Çanakkale Deniz Savaşı bir günde, 7-8 saatte kazanıldı. 25 Nisan 1915’te başlayan Çanakkale Kara Savaşları ise 7-8 ay devam etti. Müttefikler aylarca süren kanlı çarpışmalardan ve yüz binlerce kayıp verdikten sonra Çanakkale’yi geçemeyeceklerini anlayıp geri çekildiler. (1)

18 Mart 1915 Deniz Zaferi’nin baş mimarı Müstahkem Mevki Komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa’ydı. 25 Nisan 1915’te başlayan Kara Zaferi’nin baş mimarı ise önce Arıburnu Kuvvetler Komutanı, sonra da Anafartalar Grup Komutanı olan Mustafa Kemal Atatürk’tü.

Atatürk’ün “Çanakkale kahramanlığı” sonradan resmi tarih tarafından uydurulmadı. Atatürk, Çanakkale’de yapıp ettikleriyle daha o zaman adını tarihe altın harflerle yazdırdı.

KEMALYERİ

Sakarya Savaşı’nın en zor günleri yaşanıyordu. Başkomutan Atatürk cephede, Mehmetçiğin yanı başında bu ölüm kalım savaşını yönetiyordu. İşte o zor günlerde Tevhid-i Efkâr Gazetesi, 31 Ağustos 1921 tarihli sayısında, manşetten, aynen şöyle diyordu: “Mustafa Kemal Paşa Mutlaka Muzaffer Olacaktır: Çanakkale’de iki defa İstanbul’u kurtaran Mustafa Kemal Paşa bu defa da vatanı kurtaracaktır.” (2)

Tevhid-i Efkâr Gazetesi çok haklıydı: Atatürk Çanakkale’de birkaç defa İstanbul’u kurtarmıştı.

Atatürk, 25 Nisan 1915’te –yedek tümen komutanı olmasına karşın– inisiyatif kullanarak 57. Alay’la Arıburnu’nda 27. Alay’ın yardımına koştu. Bu müdahalesiyle Conkbayırı’nı kurtarıp düşmanı kıyıya sürdü.

Atatürk, 7 Ağustos 1915’te Conkbayırı’nı kuşatacak biçimde ilerleyen düşmana karşı –kendi sorumluluk bölgesi olmamasına ve üstelik o sırada kendi cephesine de taarruz edilmesine karşın- yine inisiyatif kullanarak elindeki son kuvvetle (1.5 tabur) Kocaçimen Tepesi’ne ve Conkbayarı’na yardım gönderdi.  İkinci defa Conkbayırı’nı savundu.

Atatürk, 9 Ağustos 1915’te Anafartalar Grup Komutanı olarak Birinci Anafartalar Zaferi’ni kazandı. Kendi ifadesiyle zayıf bir tümenle düşmanın bir kolordusunu Kireçtepe-Azmak arasında yendi, Tuzla Gölü’ne kadar takip edip orada durdu.

Solda, deniz zaferlerinin mimarı Albay Cevat (Çobanlı) Paşa, sağda ise kara zaferlerinin mimarı Albay Mustafa Kemal (Atatürk) yer alıyor. Mustafa Kemal’in fotoğrafının altında -günümüz Türkçesiyle- şöyle yazıyor: “Çanakkale Kara Savaşları’nda yararlılıkları görülen ve savunma emrindeki iktidar ve mahareti ile hakkıyla şan ve şeref ile boğazları ve hilafet makamını kurtaran kumandanlarımızdan doğuştan bahadır ve üstün kahramanlık sahibi Albay Mustafa Kemal Beyefendi.” (Tasvir-i Efkar, 29 Ekim 1915)

Atatürk, 10 Ağustos 1915 sabahı Conkbayırı Taarruzu’nu yönetti. Gün doğmadan verdiği emirle Mehmetçiği süngü hücumuna kaldırdı. Neye uğradığını şaşıran düşman bozulup dağıldı. Böylece üçüncü defa Conkbayırı’nı kurtardı.

Atatürk, 21 Ağustos 1915’te İkinci Anafartalar Zaferi’ni kazanarak düşmana Çanakkale’de son büyük darbeyi vurdu. O gün düşman 6 tümenle, (yaklaşık 70 bin kişi) Anafartalar Ovası’nda taarruza geçmişti. Bu saldırı karşısında iki tümenimiz, (yaklaşık 18 bin kişi) vardı. Bir tümenimiz de oldukça gerideydi. Bu tümenin yetişmesi için zaman kazanmak gerekiyordu. İşte o anda Atatürk elindeki 11. Süvari Alayı’nı düşmanın üzerine saldırtarak gerekli zamanı kazandı. Böylece kuvvetlerimiz cepheye yetişti. (3)

Atatürk’ün Arıburnu muharebelerini yönettiği tepeye 10 Mayıs 1915’te “Kemalyeri” adı verildi. Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi “Mustafa Kemal’in doğum yeri Kemalyeri’dir” sözü çok anlamlıdır. “Çünkü Atatürk’ün çıkışı oradan ve Çanakkale muharebeleriyle başlar.” (4)

Atatürk, Çanakkale’deki “vatan kurtaran” başarıları nedeniyle “Altın ve Gümüş İmtiyaz Madalyası”, “Altın ve Gümüş Liyakat Madalyası”, “Harp Madalyası” ve “Üçüncü Rütbeden Osmani Nişanı” ile ödüllendirildi. (5)

“Çanakkale’de Atatürk sıradan bir yarbaydı!” iddiasına cevap

19.Tümen Komutanı Yarbay Atatürk, 25 Nisan 1915 Arıburnu Zaferi’nden sonra “Arıburnu Kuvvetler Komutanlığı”na getirildi. O gün 3 piyade, 1 topçu alayına ek olarak 1 piyade alayı emrine verildi. Yani daha ilk gün 5 alayı komuta etti. 27 Nisan’dan itibaren 7 alayı, yani 2 tümeni, 1 Mayıs’tan itibaren de 11 alayı, yani yaklaşık 4 tümeni komuta etti. 16 Mayıs 1915’e kadar Arıburnu’ndaki kuvvetlerin komutanı oydu.

Atatürk, 1 Haziran 1915’te albaylığa terfi ettirildi.

Albay Atatürk, 8 Ağustos 1915 gecesi “Anafartalar Grup Komutanlığı’na getirildi. Çanakkale’den ayrıldığı 10 Aralık 1915’e kadar, tam 4 ay bu görevde kaldı. Bu görevdeyken önce 8 tümeni, sonra yaklaşık 10 tümeni komuta etti.

Başka bir ifadeyle Atatürk, Çanakkale’de 3 kolorduyu (2. 15. ve 16. kolorduları) komuta etti. Atatürk’ün yönettiği Anafartalar Grup Komutanlığı’nın mevcudu bir ara 135 bin kişiye ulaşmıştı. (6)

Bir karşılaştırma yapmak gerekirse aynı dönemde Kuzey Grubu Komutanı Yanyalı Esat Paşa’nın emrinde 3 tümen, Seddülbahir bölgesindeki Güney Grubu Komutanı Vehip Paşa’nın emrinde 5 tümen vardı. Görüldüğü gibi Atatürk’ün emrindeki kuvvetler Kuzey ve Güney Grubu kuvvetlerinin toplamından daha büyüktü. Cephedeki kuvvetlerin yarısından fazlasını Albay Atatürk yönetmişti. (7) Kısacası, Çanakkale’de 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders’ten sonra en fazla kuvveti, en uzun süre Atatürk komuta etti.

Atatürk Çanakkale’de bu kadar büyük kuvvetleri yönettiği için o günlerde kendisine iki defa ordu komutanlığı teklif edilmişti. 1915 ortasında “tuğgeneral” yapılıp ordu komutanı olarak Trablusgarp’a gitmek isteyip istemediği sorulmuştu. 1915 Ekim başında da kendisine Irak Ordusu Komutanlığı teklif edilmişti.  (8)

Çanakkale, kahramanlığın rütbeye göre dağıtıldığı bir savaş değildi. Çanakkale’nin kahramanları rütbesiz Mehmetçiklerdi, Seyit Onbaşılardı, Mehmet Çavuşlardı, Yüzbaşı Faiklerdi, Asteğmen Muharremlerdi, Yarbay Hüseyin Avnilerdi, Albay Mustafa Kemallerdi.

Terfisi geciktirildi, resmi basılmak istenmedi

Enver Paşa, I. Dünya Savaşı’nın başlarında 1 Ocak 1914’te padişahın bir emriyle “paşalığa” yükseltildi. Birkaç gün sonra da hem Harbiye Nazırlığı’na hem de Başkomutan Vekilliği’ne getirildi.

Atatürk ile Enver Paşa’nın arası peki iyi değildi. Vatan müdafaasında birlikte hareket etmek zorunda kalmalarına karşın aralarında bir rekabet olduğu açıktı.

Atatürk, 1 Haziran 1915’te albaylığa yükseltilmişti. Fakat albaylığa yükseltilmesi için 5. Ordu’nun, Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya yaptığı öneri uzun süre savsaklanmıştı. (9)

Benzer şekilde Atatürk’ün generalliğe yükseltilmesi, İkinci Anafartalar Zaferi’nden sonra 5. Ordu Komutanlığı’nca, Enver Paşa’ya önerilmiş, ancak Enver Paşa bunu da birkaç ay bekletmişti. (10)

İttihat Terakki’nin Genel Sekreteri M. Şükrü Bleda’nın anlattığına göre “Düşmanı olduğu yere mıhlayan Mustafa Kemal’in bu başarısına rağmen neden hala terfi ettirilmediği” herkes gibi Dr. Nazım’ın da dikkatini çekmiş… Dr. Nazım, Talat Paşa’nın da bulunduğu bir toplantıda, “Mustafa Kemal’in terfi meselesi neden bu kadar uzatıldı?” diye sorunca, Talat Paşa, “Bu Enver’e ait bir iştir…”diye cevap vermiş. (11)

Atatürk, 1 Nisan 1916’da “generalliğe” yükseltildiği halde, Yusuf Hikmet Bayur, bunun Enver Paşa tarafından aylarca bekletildikten sonra 3 Ekim 1916’da Atatürk’e tebliğ edildiğini yazıyor.(12)

Enver Paşa, Eylül 1915’te Çanakkale’ye gidip cepheyi ziyaret etmişti. Fakat o sırada hasta olan Anafartalar Kahramanı Atatürk’e uğramadan geri dönmüştü. Buna alınan Atatürk, 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders’e istifasını sunmuştu. Bunun üzerine Von Sanders, 30 Eylül 1915’te Enver Paşa’ya –Atatürk’ün Çanakkale kahramanlığını gözler önüne seren- bir mektup yazıp ondan, Atatürk’ün istifasını kabul etmemesini istemişti. Çanakkale kahramanını kaybetmeyi göze alamayan Enver Paşa da Atatürk’e bir mektup yazıp gönlünü almıştı. Atatürk böylece istifadan vazgeçmişti. (13)

Tanıkların anlattıklarına göre Enver Paşa, basında da Atatürk’ten söz edilmesini istememişti. Aslında İstanbul’daki tüm gazete sahipleri Çanakkale Kahramanı Atatürk’ü biliyordu. Ancak Çanakkale ile ilgili savaş haberlerinde ne zaman adı geçse, ne zaman resmi konulsa “sansür” tarafından gazetelerden çıkarılıyordu.

Sadi Borak’ın anlattığına göre o günlerde Tasvir-i Efkâr Gazetesi’nin Başyazarı Yunus Nadi (Abalıoğlu) ile Yazı İşleri Müdürü Abidin Daver, sansürü atlatıp Çanakkale Kahramanı Atatürk’ün bir resmini yayımlamak istemişler. Sonunda bir yolunu bulup Çanakkale Kahramanı Atatürk’ün basındaki ilk resmini Tasvir-i Efkâr’a basmayı başarmışlar. Yine Sadi Borak’ın anlatımıyla, “Enver Paşa bu resmi görünce küplere binmiş! İstihbarat Şube Müdürü Seyfi Bey de esasen fena halde köpürmüş!” (14)

Ne gariptir ki, Çanakkale Kahramanı Atatürk’ün gazetede ilk resminin yayımlandığı tarih 29 Ekim 1915’ti. 8 yıl sonra aynı gün, Türkiye Cumhuriyeti kurulacak ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçilecekti.

Bu ilk resmin yayımlanmasından sonra yavaş yavaş dergilerde ve gazetelerde Çanakkale Kahramanı Atatürk’ün fotoğrafları görülmeye başlanacaktı.

Harp Mecmuası’nın Aralık 1915 tarihli 2. sayısının 6. sayfasında “Anafartalar Grubu Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Bey” altyazısıyla bir resmi yayımlanmıştı.

Serveti Fünun Dergisi’nin 25 Aralık 1915 tarihli sayısının kapağını Anafartalar Kahramanı Atatürk’ün bir fotoğrafıyla süslemişti.

Harp Mecmuası’nın Ocak 1916 tarihli 4. sayısında, bu sefer kapakta, Kireçtepe’de –mermi kovanlarından yapılmış bir anıtın önünden geçerken çekilmiş- bir Atatürk fotoğrafına yer verilmişti. Ancak fotoğrafın altına Atatürk’ün adı yazılmamıştı. Fotoğrafın altında aynen şöyle yazıyordu: “Çanakkale Kireçtepe’de… Büyüklüğüne söz bulunmayan bir levha-i şehamet (akılla yaratılan bir yiğitlik levhası). Bizi yükseltmek için feda-yı can eden mübarek şehitler yatağı.”

Aslında Harp Mecmuası’nın kapağına Atatürk’ün fotoğrafının koyulması o kadar kolay olmamıştı. Şevket Süreyya Aydemir’in anlatımıyla, “Harbiye Nezareti’nin çıkarttığı ‘Harp Mecmuası’nın kapağında Çanakkale Kahramanı olarak konulan Atatürk resmi, tam dergi basılacağı sırada, dergiden çıkartılmıştır. Yerine, Enver Paşa’nın emriyle, Enver’in amcası Halil Paşa’nın resmi konulmuştur. Söylendiğine göre Enver Paşa ‘Muvaffakiyet askerindir. Şahsı sivriltmeye lüzum yok!’ emrini vermiştir.” (15)

Tüm engellemelere karşın Çanakkale Kahramanı Atatürk’ün adı tüm ülkede duyuldu. Gazetelerde fotoğrafları basıldı. Dergilerde röportajları yayımlandı. Adından övgüyle ve saygıyla söz edildi. 1919’da Milli Mücadele’yi başlatmak için Anadolu’ya geçtiğinde “Anafartalar Kahramanı” diye karşılandı.

Çanakkale Savaşları özlemle beklenen kahramanı yaratmıştı. Örneğin, o günlerde hazırlanan bir kartta Atatürk, İstanbul’dan ayrılan “Anafartalar Kahramanı” olarak gösterilmişti. Anadolu’da halk onu bekliyordu. (16)

Çanakkale Zaferi’nin 104. yılı kutlu olsun. Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü ve tüm şehitlerimizi saygıyla, rahmetle anıyorum.

Kaynaklar:

1- Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Çanakkale Cephesi (3 kitap), Ankara, 1978, 1980, 1993.

2- Tevhid-i Efkâr, 31 Ağustos 1921, s.1.

3- İsmet Görgülü, Çanakkale İlk Günde Biterdi, Ankara, 2008, s.153-159.

4- Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.1, 29. bas. İstanbul, 2009, s. 214.

5- Sermet Atacanlı, Atatürk ve Çanakkale’nin Komutanları, İstanbul, 2015, s. 367-382.

6- Aydemir, age, s. 251.

7- Görgülü, age, s. 184- 185.

8- Atacanlı, age, s. 349, 350.

9- Atacanlı, age, s. 348, 349.

10- Atacanlı, age, s. 362.

11- M. Şükrü Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, s. 101, 102

12- Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eseri, 1, Ankara, 1990, s. 96.

13- Uluğ İğdemir, “Atatürk’ün Anafartalar Grubu Komutanlığından İstifasına Dair Bazı Belgeler” Belleten, C.XXXII, Ankara, Ekim 1968, s.477. Atacanlı, age, s. 139, 140, 187.

14- Sadi Borak, Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları, İstanbul, 1998, s. 73-79.

15- Aydemir, age, s. 251.

16- Haluk Oral, Arıburnu 1915, İstanbul, 2012, s. 354, 355.

Kaynak: Sözcü gazetesi

Bu yazı Çanakkale’deki Atatürk etkisi, Sinan Meydan ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/canakkaledeki-ataturk-etkisi-sinan-meydan/feed/ 0
Kurtuluş savaşında Batı Cephesi http://ataturkicimizde.com/kurtulus-savasinda-bati-cephesi/ http://ataturkicimizde.com/kurtulus-savasinda-bati-cephesi/#respond Wed, 19 Sep 2018 04:10:50 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=703 Kurtuluş savaşında Batı Cephesi Birinci İnönü Muharebesi (06 –11 Ocak 1921) “Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir… Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut...

Bu yazı Kurtuluş savaşında Batı Cephesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Kurtuluş savaşında Batı Cephesi

Birinci İnönü Muharebesi (06 –11 Ocak 1921)

“Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir… Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi, mutlak o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olması ile mümkündür. Ben yaşayabilmek için müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple Millî istiklal bence bir hayat meselesidir.” diyen Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlatılan Türk İstiklal Savaşı tüm dünyaya Türk milletinin haysiyetiyle ve şerefiyle yaşamak istediğini göstermiştir. Bu süreçte gerçekleşen önemli olaylardan birisi de düzenli ordunun kurulmasından sonra kazanılan Birinci İnönü Zaferi’dir.

Birinci İnönü Muharebesi’nden önce; Anadolu’daki millî kuvvetlere karşı harekete geçmek için uygun fırsat kollayan Yunanlar, Çerkez Ethem Ayaklanması’nın da yarattığı bunalımdan yararlanmak istemişlerdir. Bu sırada yeni kurulmuş olan düzenli ordunun daha fazla güçlenmesine fırsat vermeden, Sevr’i zorla kabul ettirmek ve bu antlaşmadan paylarına düşeni bir an önce elde etmeyi hedeflemişlerdir. Yunanlar ayrıca, Müttefiklerine, Venizelos’un iktidardan düşmesinin Anadolu’daki saldırgan politikalarını etkilemeyeceğini de göstermek istemişlerdir.

Henüz kuruluş aşamasında olan Türk ordusu için tek çare, Batı Anadolu’da düzenli ordu kuruluncaya kadar Yunanlara karşı stratejik savunmada kalmaktı. Ayrıca yer yer baş gösteren iç ayaklanmalar da bunu zorunlu kılmaktaydı.

6 Ocak 1921 günü Bursa’dan Eskişehir yönüne, Uşak’tan Afyon yönüne iki kol hâlinde ileri harekâta başlayan Yunanlar, 9 Ocak’ta İnönü mevzilerine kadar gelmişlerdir. 9 Ocak 1921 günü mevzii ilerisindeki Türk emniyet kuvvetleriyle Yunan öncü kuvvetleri arasındaki muharebeler karanlık basıncaya kadar bütün şiddetiyle devam etmiştir.

Yunan kuvvetleri 10 Ocak 1921 günü saat 06.30’da Adalar Tümeni ile Kovalca-Akpınar, İzmir Tümeni ile de Yeniköy-Teke-Hayriye savunma hattına taarruza başlamıştır. Bir kısım kuvvetleriyle de, Söğüt-Gündüzbey doğrultusunda ilerleyişini sürdürmüştür.

Havanın çok sisli olmasından faydalanan Yunan birlikleri, özellikle demir yolu güneyindeki 11’inci Tümen bölgesinde hızla ilerleyerek İntikam Tepe’yi ele geçirmiştir. Buradaki muharebeler saat 14.00’e kadar devam etmiştir.

10 Ocak 1921 günü saat 16.00’da Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey’in teklifi ve Fevzi Paşa’nın emriyle Türk birlikleri Beşkardeşdağı-Zemzemiye-Oklubalı hattına alınmıştır. Cephe karargâhı da Çukurhisar’a taşınmıştır. Aynı saatlerde 4’üncü Tümenin 132’nci Alayı Çukurhisar İstasyonu’na indirilmiştir. Özellikle halk, zafer haberleri beklerken iki günden beri süregelen muharebelerde sahra ve ağır topların gürültüleri, Eskişehir’de heyecanla izlenmiştir. Akşam karanlığı ile beraber cephedeki muharebe faaliyeti durmuş ve top sesleri kesilmiştir.

Yunan birlikleri Akpınar-Kovalca hattını işgal ettikten sonra taarruzlarını durdurarak bu hatta kalmıştır. Cephenin 61’inci Tümenle takviye edilmeye başlanması Türklerin ne pahasına olursa olsun savunmaya devam edeceklerini göstermiştir. Bu durum karşısında Yunan kuvvetleri, bundan sonra yapılacak taarruzlardan bir netice alamayacakları anlamışlardır. Yunanlar muharebe meydanında Türk Ordusu karşısında tutunamayacaklarını anlayınca 11 Ocak 1921 sabahı İnönü mevzilerinden çekilmek zorunda kalmışlardır.

Birinci İnönü Muharebesi’ndeki başarı kesin zaferin bir başlangıcını teşkil etmektedir. Bu zaferin önemini Büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK şöyle ifade etmiştir:

“Yeni Türkiye Devleti’nin küçük, fakat millî ülkülü genç ordusu, en dar bir hesapla üç kat üstün düşmanı İnönü Meydan Muharebesi’nde mağlup etti. Strateji sanatının en nazik icabatını isabetle uyguladı. İç hatların kullanılmasında harp tarihine parlak bir misal yazdı…

… Birinci İnönü Meydan Muharebesi’ni kazanan Türk ordusunun bütün mensupları, dünya tarihinde unutulmaz şanlı bir menkıbe sahibi olarak ebediyyen yaşayacaklardır.

Bu münasebetle Türk ordusu gazilerini hürmet ve minnetle yad ederim. Ve şehitlerimizin aziz ruhlarına takdisatımı takdim eylerim.”

İkinci İnönü Muharebesi (23 Mart – 1 Nisan 1921)

Millî Mücadele sürecinde kazanılan Birinci İnönü Zaferi üzerine, İtilaf devletleri Sevr Antlaşması’nda Türkler lehine bir değişiklik yapılmasını görüşmek üzere Londra’da bir konferans toplanmasını kararlaştırmışlardır. 21 Şubat-11 Mart 1921 tarihleri arasında toplanan bu konferansta, Türk devleti lehine bir sonuç çıkmamış ve mücadeleye devam kararı alınmıştır.

Yunanistan, Londra Konferansı henüz sona ermeden, Anadolu’da yeni bir taarruz yapmak üzere hazırlıklara başlamıştır. Türk Genelkurmayı, Yunanların asıl kuvvetleriyle gerek Eskişehir ve gerekse Afyon doğrultusunda bir taarruza girişeceğini önceden öngördüğü için zamanında gerekli düzeni almış, bir miktar da kuvvet toplayabilmiştir. Ancak yine de insan ve silah yönünden Yunanlara bir üstünlük sağlayamamış, bu nedenle de İnönü ve Dumlupınar mevzilerini kuvvetlendirmeye çalışmıştır.

Yunan ordusu bu sırada Bursa, Uşak ve bu şehirlerin doğusunda, İzmit ve Gebze’de gruplandırılmıştır. Türk kuvvetleri ise Eskişehir’in kuzey batısında, Dumlupınar’ın doğusunda ve Kocaeli cephesinde bulunmaktadır. İkinci İnönü Muharebesi’ne Türk ordusu Batı ve Güney Cephesi Komutanlıkları ile Kocaeli Grubu ve Kastamonu ve Havalisi Komutanlıklarıyla katılmıştır. Şubat 1921 ortalarında Yunanların Anadolu’daki Küçük Asya Ordusu 1’inci ve 3’üncü Kolordulardan oluşmuştur.

Muharebeler 23 Mart 1921 günü sabah erken saatlerden itibaren 3’üncü Yunan Kolordusunun Batı Cephesinden, 1’inci Yunan Kolordusunun da Güney Cephesinden ileri harekete geçmesiyle başlamıştır.

Yunan kuvvetleri 27 Mart’a kadar Türk örtme kuvvetleri ile muharebelere girişerek oyalanmışlar ve İnönü mevzilerine dört günde gelebilmişlerdir. 28 Mart günü Metristepe ve Kanlısırt’ı ele geçirmişlerdir. O sırada güneydeki 1’inci Yunan Kolordusu, 24 Mart günü Dumlupınar mevziini ele geçirdikten sonra 28 Mart günü Afyon’u işgal etmiş ve doğuya doğru ilerlemeye başlamıştır. 3’üncü Yunan Kolordusu da 30 Mart’ta tekrar taarruza geçmiş, ancak Türk sağ kanadı bu saldırıyı geri püskürtmüştür. Ankara’dan yetiştirilen taze kuvvetler, Türk sağ kanadını takviye ederek Yunanlara karşı giriştiği saldırı ile onların taarruz gücünü kırmıştır. Bu gelişmeler üzerine, Yunan birlikleri 1 Nisan günü sabahın erken saatlerinden itibaren geri çekilmeye başlamıştır. Metristepe’ye gelen İsmet Paşa muharebenin kazanıldığını müjdeleyen raporunu yazmıştır.

Zafer haberi üzerine TBMM Başkanı Mustafa Kemal, 1 Nisan 1921’de gönderdiği yazıda İsmet Paşa’yı “Siz orada yalnız düşmanı değil milletin makus talihini de yendiniz” sözleriyle kutlamıştır.

İkinci İnönü zaferinin kazanılması üzerine Fransızlar Zonguldak’tan İtalyanlar da Güney Anadolu’dan askerlerini çekmeye başlamışlardır.

İkinci İnönü Zaferi ulusal bağımsızlığın gerçekleşmesi yolunda atılan en önemli adımlardan birini teşkil etmiştir.

Kütahya-Eskişehir Muharebeleri (10-24 Temmuz 1921)

Birinci ve İkinci İnönü Muharebeleri’nde umdukları başarıyı kazanamayan Yunanlar, Aslıhanlar ve Dumlupınar galibiyetlerinden de cesaret bularak Anadolu’daki işgal güçlerinin sayısını artırmışlardır. Yunan Kralı Konstantin de İzmir’e gelerek ordusunun moralini yükseltmeye çalışmıştır. Silah ve teçhizat açısından Yunan ordusundan sayıca az olmakla birlikte Türk ordusu da takviye edilmeye çalışılmıştır.

10 Temmuz 1921’de Bursa ve Kütahya-Gediz istikametlerinden saldırıya geçen Yunan ordusu ile Türk kuvvetleri Eskişehir’in doğusunda karşılaşmıştır. Bir kısım Türk kuvvetleri de Kütahya’da Yunanlarla karşılaşmıştır. Türk ordusunun Eskişehir’de bulunan kanadı, Yunanlar karşısında fazla tutunamamış ve Eskişehir kaybedilmiştir. Türk ordusu 25 Temmuz 1921’de taktik savunma yapmak amacıyla Sakarya nehrinin doğusuna çekilmiştir. Türk ordusunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesi hem ordunun manevi varlığını sarsacak hem de önemli bir vatan parçasının geçici de olsa düşmana bırakılmasına neden olacaktı. Bu işin sorumluluğunu üzerine alan TBMM Başkanı Mustafa Kemal, “Orduyu Eskişehir kuzey ve güneyinde topladıktan sonra düşman ordusuyla araya büyük bir mesafe koymak gerekir ki ordunun düzenlenmesi ve takviyesi mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya doğusuna kadar çekilmek uygundur. Düşman durmadan takip ederse, hareket üslerinden uzaklaşacak ve yeniden menzil hatları tesisine mecbur olacak; herhalde beklemediği birçok sorunla karşılaşacak; buna karşılık bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha uygun şartlara sahip olacaktır.

Bu hareket tarzımızın en büyük sakıncası Eskişehir gibi önemli mevkilerimizi ve çok araziyi düşmana terk etmekten dolayı kamuoyunda ortaya çıkabilecek manevi sarsıntıdır. Fakat az zamanda elde edebileceğimiz başarılı neticelerle bu sakıncalar kendiliğinden yok olacaktır. Askerliğin gereğini tereddütsüz uygulayalım. Diğer tür sakıncalara karşı koyarız” demiştir.

Eskişehir’in kaybı TBMM’de çok şiddetli tartışmaları başlatmış “Ordu nereye gidiyor, bu hareketin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? diyerek Mustafa Kemal’i sorumlu tutmaya çalışmışlardır. Meclisin 24 Temmuz tarihli gizli oturumunda özellikle Başkomutanlık üzerine yapılan tartışmalar ve eleştiriler karşısında Meclis Başkanı Mustafa Kemal’in kararlı tutumu ve açıklamaları neticesinde sıkıntılara bir müddet de olsa son verilmiştir.

Bu sırada İngiliz Başbakanı Yunanların bu başarılarından dolayı Sevr ile yetinmeyeceklerini daha fazlasını isteyeceklerini belirtmiştir. Yunan Kralı Konstantin ise Kütahya’ya gelerek savaş meclisini toplayıp ileri harekâta devam edilmesini istemiştir.

Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)

Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmiş olan Türk Ordusunun vereceği meydan muharebesi Türk İstiklal Harbi’nin çok önemli bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. Bunun için memleketin bütün kaynaklarını harekete geçirip burada kullanılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Batı Cephesi kuvvetlerinin, Sakarya’da verilecek kesin sonuçlu muharebede, her bakımdan takviyeye muhtaç olduğu bir gerçekti. Bu kuvvetlerin insan, hayvan, silah, ara-gereç, yiyecek maddeleri ve her çeşit ordu mallarıyla donatılması gerekiyordu.

TBMM’de günlerce süren görüşmelerden sonra TBMM Başkanı Mustafa Kemal üç ay süre ile Başkomutanlığı kabul edeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine TBMM, 5 Ağustos 1921 tarihinde Başkomutanlık Yasası’nı çıkartarak, sahip olduğu askerî yetkileri Mustafa Kemal’e üç ay süreyle devretmiştir. Bu kanunda, “Başkomutan ordunun maddi ve manevi gücünü büyük ölçüde artırmak, yönetimi bir kat daha sağlamlaştırmak için TBMM’nin bununla ilgili yetkisini Meclis adına filli olarak kullanabilir” ifadesine yer verilmiştir. Ardından 7 – 8 Ağustos 1921 ‘de Tekalif-i Millîye (Millî yükümlülükler) emirleri yayınlanarak, savaş için ülkenin bütün kaynaklarının kullanılması hedeflenmiştir.

Yunanlar Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’ni kazanmakla askerî üstünlüklerini artık kesin bir şekilde ispat etmiş olduklarını düşünüyorlardı. TBMM Hükûmetini askerî ve siyasi olarak etkisizleştirmek için mevcut durumdan daha iyi bir zaman bulunamayacağı görüşündeydiler.

Yunan ordusu Başkomutanı General Papulas’ın, Yunan Savunma Bakanına verdiği 25 Temmuz 1921 tarihli abartılı raporunda; “21 Temmuz muharebesinde Yunanların Türklere verdirdiği zararın çok büyük olduğu, geride kalanların ise tam bir erime ile hezimete uğratılacağı” ifade ediliyordu.

Yunan Savunma Bakanı Teotakis’in, bu raporu Hükûmetine göndermesi sonucunda Yunan Hükûmeti daha özgüvenli hareket etmeye başlamıştır. Nitekim Yunan Başbakanı Gunaris orduyu ve durumu yakından görmek için 26 Temmuz 1921’de Kütahya’ya gelmiştir. Ordu Kurmay Başkanlığınca verilen brifing sonrası Yunan ordusunun, Ankara doğrultusunda harekete geçmesi kararlaştırılmıştır.

Türk Ordusunun Askerî Durumu

Türk ordusu kesin sonuçlu bir meydan muharebesi için tüm birliklerini başarılı bir geri çekilme planıyla, Sakarya’nın doğusuna çekerek bir cephe hattında toplamıştır. Yunan taarruzuna karşı, kuvvetlerini Sakarya Nehri doğusunda yedi grup (kolordu) halinde konuşlandırmıştır. Başkomutanlık karargâh merkezi Ankara-Polatlı arasında yer alan Alagöz’de kurulmuştur. Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığı karargahları da burada faaliyete başlamıştır. Üç büyük karargahın yan yana çalışması harekâtın koordinesi bakımından sevk ve idarede de büyük kolaylıklar sağlamıştır. Bu muharebe, aşağı yukarı 100 km genişliğinde ve 25 km derinliğinde bir vatan toprağında cereyan etmiştir.

Yunan Ordusunun Askerî Durumu

Sakarya Meydan Muharebesi başlamadan önce, Yunanların Anadolu’da 11 piyade tümeni, 1 süvari tugayı ve 5 bağımsız piyade alayından ibaret kuvveti bulunmakta idi. Bu kuvvetlerden 4’üncü Piyade tümeni Afyon bölgesinde; 11’inci tümen Bursa doğusu Geyve bölgesinde, bağımsız alaylar daha gerilerde bulunmakta idi. Geriye kalan 9 piyade tümeni, 3 kolordu halinde teşkil edilerek Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılmıştır.

Yunanlar, yüksek sevk ve idare ilkelerine uygun olarak cephe taarruzlarından daha fazla kuşatma ve çevirme hareketlerine önem vermişlerdir. Ancak bu taarruz manevralarının gerektirdiği ölçüyü iyi dengeleyemediklerinden çok ileri gitmişler ve mevcut kuvvetlerinin gücünü aşarak başarı elde edememişlerdir.

Sakarya Meydan Muharebesi ve Safhaları

Birinci Safha (14-22 Ağustos 1921)

Birinci safhada Yunan ordusu, cephe ve sol tarafta bulunan kuvvetlerini kademe kademe cephenin sağına doğru kaydırarak ilerlemiştir. Bu sırada kaburgası kırılmış ve sargılar içinde cephede bulunan Başkomutan Mustafa Kemal, Alagöz Karargâhında, Yunan hareketini ve yerleşimini adım adım takip etmiştir.

Yunanlar, kuvvetlerini Türk birliklerinin sol karşı cephesine yaklaştırdıkça, Türk ordusu cephenin sol tarafına kaydırılmış ve düşman çevirmek istediği cepheden gireceğini düşünürken, karşısında Türk kuvvetlerini bulmuştur. Böylece Yunan ordusunun daha fazla doğuya yayılma olanağı kalmamıştır.

Türk ordusundaki tümen ve alayların büyük kısmının düşman karsısında ve hatta onun çok yakınında geniş ölçüde yer değiştirmesi, her değişiklikte yeni bir cephe oluşturması, hem düşmanı büyük ölçüde şaşırtmış hem de alınan tertiplerin yerinde ve isabetli olduğunu kanıtlamıştır.

İkinci Safha (23 Ağustos – 30 Ağustos 1921)

Yunan ordusunun Sakarya doğusunda bulunan Türk kuvvetlerine taarruzu ve güney kanattan kuşatmak için hücuma geçmesidir.

23 Ağustos sabahı, 22 gün geceli ve gündüzlü devam edecek olan Sakarya Meydan Muharebesi başlamıştır. Yunanlar 100 km’lik bir cephe üzerinden hücum ederken Türk ordusu da 100 km’lik bir hattı savunmuştur. Cephesi 100 km’lik bir alana yayılmış olan savaşın derinliği ara ara 20-25 kilometreye dayanmıştır. Bu durum bir mevzi ve siper savaşı şeklinde yaşanmamıştır.

Yapılan muharebelerde Mangal Dağı bir gün içinde, Dua Tepe de birkaç saat arayla birkaç kez el değiştirmiştir. Sadece tepeler ve ovalar değil, boğaz boğaza geçen savaş sırasında cepheler bile el değiştirmiştir

26 Ağustos tarihinde Başkomutan Mustafa Kemal, birliklere tarihi emrini vermiştir: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur.”

Üçüncü Safha ( 31 Ağustos – 6 Eylül 1921)

Bu safha Yunan ordusunun Haymana istikametinde Türk cephesini yarma girişimidir.

Sakarya mevziinin orta kesiminin en kritik yeri olan Çaldağı bölgesinde; Kartal Tepe, Dua Tepe ve Basrikale Tepe’de çok kanlı muharebeler olmuştur.

Dördüncü Safha (7-13 Eylül 1921)

Bu safha Yunan ordusunun Sakarya doğusunda hücuma geçmesi ve Yunanların ele geçirdiği tüm hakim tepelerin geri alınarak düşmanın Beylik Köprü’de Sakarya’nın batısına atılmasıdır.

12-13 Eylül gecesi düşman kuvvetleri tamamen Sakarya’nın batısına atılmışlardır. Afyon-Seyitgazi-Eskişehir hattına çekilen Yunanlar, 22 Eylül’e kadar bu hatta tutunmuşlardır.

13 Eylül 1921’de, 22 gün geceli gündüzlü süren Sakarya Meydan Muharebesi sona ermiştir. Düşman kaçarken arkasında teçhizatını, özel eşyalarını ayrıca yaralı ve hastalarını da bırakmıştır. Bu mağlubiyetin kabulü değil, Yunan azim ve iradesinin Türk azim ve iradesi karşısında yıkılışıdır.

Beşinci Safha ( 14 Eylül – 10 Ekim 1921)

Bu safha Türk ordusunun takip harekatı olarak adlandırılabilir. Yunanların Eskişehir- Afyon genel hattına çekilmesi üzerine onu takip eden Türk ordusu arasındaki muharebelerdir. Bu muharebeler sonunda her iki ordu da yorulmuş ve kayıplar vermiş olması sebebiyle 10 Ekim 1921’den itibaren her iki ordu da karşılıklı savunma düzeni içine girerek tahkimat işlerine hız vermeye başlamıştır.

Askerî Sonuçlar:

Sakarya Meydan Muharebesi’nde taraflar uyguladıkları manevralarında doruk noktalarına ulaşmışlar, savaşın başından beri stratejik savunma manevrası uygulayan Türk ordusu, bundan sonra stratejik taarruz manevrası yapmaya başlamıştır. Yunan ordusu ise stratejik taarruz manevrasını, Türk ordusunun direnişi sebebiyle terk etmek mecburiyetinde kalmış, bundan sonra stratejik savunma manevrası yapmıştır.

Sakarya Meydan Muharebesi, Türkler için bir başka yönden de büyük önem taşımaktadır. 1683 İkinci Viyana yenilgisinden itibaren devam eden geri çekilmenin sona ermesi olarak da algılanmış ve içte olduğu kadar dışta da önemli sonuçlar doğurmuştur.

Sakarya Zaferi, Misakımillî’nin zaferi demekti. Daha sonra 30 Ağustos Zaferi bunu perçinlemiştir. Sakarya Zaferi, Türk ulusunun, dişini tırnağına takarak kendi öz gücüyle kazandığı bir zaferdir. Mehmetçik, Sakarya’da karış karış “sathı müdafaa” savaşı yapmıştır.

Sakarya Zaferi, Büyük Taarruz (26 Ağustos 1922) ve Başkomutan Meydan Muharebesi (30 Ağustos 1922) için gerekli olan hazırlıkların yapılması için zaman kazandırmıştır. Bu savaş sonunda Başkomutan Mustafa Kemal’e TBMM tarafından 19 Eylül 1921’de, Mareşal rütbesi ve Gazi unvanı verilmiştir.

Siyasi Sonuçlar:

Sakarya Zaferi sonrasında ortaya çıkan siyasal gelişmeler şu şekilde ifade edilebilir. 13 Ekim 1921’de SSCB (Gürsitan, Ermenistan, Azerbaycan) ve TBMM Hükûmeti arasında Kars Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Türk-Sovyet sınırı son ve kesin şeklini almıştır.

Türk ordusunun Sakarya Meydan Muharebesini kazanması, Fransızların Türklerle bir anlaşma yapıp yapmama kararsızlığını ortadan kaldırmış; TBMM Hükûmeti ile Ankara Antlaşması imzalanmıştır. Sakarya Zaferi’nin en önemli siyasal sonuçlarından biri olan Ankara Antlaşmasını, 20 Ekim 1921’de TBMM adına Yusuf Kemal (Tengirşek) Bey ile Fransa adına ise Franklin Bouillon imzalamıştır.

Sakarya Zaferi sonrası İngiltere ile TBMM Hükûmeti arasında 23 Ekim 1921’de “Tutsakların Serbest Bırakılması Antlaşması” yapılmıştır. Ayrıca 2 Ocak 1922’de de Ukrayna ile Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalanacaktır.

Sakarya Meydan Muharebesi, İtilaf devletlerinin Yunanlara olan güvenini azaltmış, bu devletler, Sevr Antlaşması’yla kendilerine sağlanan çıkarları, tekrar bir silahlı hareket denemesine bırakmadan diplomasi yoluyla korumak emeline düşmüşlerdir.

Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra kamuoyunda ve TBMM’de taarruz için sabırsızlıklar baş göstermiştir. Bu gelişmeler üzerine Mustafa Kemal Paşa, 6 Mart 1922’de Büyük Millet Meclisinin gizli bir toplantısında endişe ve huzursuzluk duyanlara “Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür.” diyerek bir taraftan zihinlerdeki şüpheyi bertaraf etmeye çalışırken diğer taraftan da orduyu son zaferi sağlayacak bir taarruz için hazırlamıştır.

1922 yılının Haziran ayı ortalarında, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, taarruza geçme kararını almıştır. Asıl amaç; yok edici bir meydan savaşı yapmak, düşmanı çabuk ve kesin bir sonuç alacak şekilde vurmaktır. Büyük Taarruz ve bu taarruzu taçlandıran Başkomutan Meydan Muharebesi, Türk Kurtuluş Savaşı’nın son safhasını ve zirvesini teşkil etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 3 yıl 4 aylık süreçte Türk milletini ve ordusunu adım adım hedefe taşımıştır.

Batı Anadolu’yu Türk ordusuna karşı savunmayı planlayan Yunan ordusu; Gemlik Körfezi’nden Bilecik, Eskişehir ve Afyon doğusu ile Menderes Nehri’ni takiben Ege Denizi’ne dayanan savunma hattını bir yıla yakın bir süre ile tahkim etmiştir. Özellikle Eskişehir ve Afyon bölgeleri gerek tahkimat gerekse birlik miktarı bakımından daha kuvvetli tutulmuş, hatta Afyon’un güneybatısındaki bölge birbiri gerisinde beş savunma hattı şeklinde tertiplenmiştir.

Hazırlanan Türk taarruz planına göre 1’inci Ordu kuvvetleri, Afyon’un güneybatısından kuzeye doğru taarruza geçtiğinde Afyon’un doğusu ve kuzeyinde bulunan 2’nci Ordu kuvvetleri de taarruzla kesin sonuç almak istediğimiz 1’inci Ordu bölgesine düşmanın kuvvet kaydırmasına engel olacak ve Döğer bölgesinde bulunan düşman ihtiyatlarını kendi üzerine çekmeye çalışacaktır. Süvari Kolordusu da Ahır Dağları’ndan aşarak düşmanın yan ve gerilerine taarruz ederek düşmanın İzmir’le telgraf ve demir yolu irtibatını kesecektir. Baskın prensibi ile Yunan ordusunun imhasının gerçekleşmesi düşünülmüştür.

İki ordunun insan ve tüfek yönünden aşağı yukarı birbirine denk olmasına karşın makineli tüfek, top, uçak ve özellikle motorlu araçlar yönünden üstünlük Yunan ordusundaydı. Yalnız süvari (kılıç) olarak Türk ordusu üstünlüğe sahipti. Bir taarruz ve özellikle de takip harekâtında tank ve motorlu araçların bulunmadığı o zamanki savaşlarda, süvarinin oynayacağı rolün çok önemli olduğu yadsınamaz bir gerçekti. Mustafa Kemal Paşa, 19 Ağustos 1922’de Ankara’dan Akşehir’e giderek 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı düşmana taarruz emrini vermiştir.

26 Ağustos sabahı Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile birlikte muharebeyi idare etmek üzere Kocatepe’deki yerini almıştır. Büyük Taarruz burada başlamış, topçuların sabah saat 04.30’da taciz ateşi ile başlayan harekât, saat 05.00’te önemli noktalara yoğun topçu ateşi ile devam etmiştir.

Piyadeler, sabah 06.00’da Tınaztepe’ye hücum mesafesine yaklaşarak tel örgüleri aşıp Yunan askerini süngü hücumu ile temizledikten sonra Tınaztepe’yi ele geçirmiştir. Bundan sonra saat 09.00’da Belentepe, daha sonra Kalecik-Sivrisi düşmandan temizlenmiştir. Taarruzun birinci günü, sıklet merkezindeki 1’inci Ordu Birlikleri, Büyük Kaleciktepe’den Çiğiltepe’ye kadar on beş kilometrelik bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirmiştir. 5’inci Süvari Kolordusu düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulunmuş, 2’nci Ordu da cephede tespit görevini aksatmadan sürdürmüştür.

27 Ağustos Pazar sabahı gün ağarırken Türk ordusu bütün cephelerde yeniden taarruza geçmiş, bu taarruzlar çoğunlukla süngü hücumlarıyla ve insanüstü çabalarla gerçekleştirilmiştir. Afyon kurtuluşun şanlı ve şerefli müjdesi olmuş, Başkomutanlık Karargâhı ile Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhı Afyon’a taşınmıştır.

28 Ağustos Pazartesi ve 29 Ağustos Salı günleri başarılı geçen taarruz harekâtı, düşmanın 5’inci Tümeninin çevrilmesi ile sonuçlanmıştır. 29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçerek muharebenin süratle sonuçlandırılmasını gerekli bulmuşlardır. Düşmanın çekilme yollarının kesilmesi ve düşmanı çarpışmaya zorlayarak tamamen teslim olmalarını sağlama yolunda karar almışlar ve karar süratli ve düzenli bir şekilde uygulanmıştır. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü taarruz harekâtı, Türk ordusunun kesin zaferi ile sonuçlanmıştır. Büyük Taarruz’un son safhası Türk askerî tarihine Başkomutan Meydan Muharebesi olarak geçmiştir.

30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı dört taraftan sarılarak Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hatları arasında, bizzat Zafertepe’den idare ettiği savaşta, tamamen yok edilmiş veya esir edilmiştir.

Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin yarısı imha veya esir edilmiş, kalan bölümü ise üç grup halinde çekilmiştir. Bu durum karşısında Çalköy’de yıkık bir evin avlusu içinde Gazi Mustafa Kemal Paşa, Yunan ordusunu takip etmesi için Türk ordusuna o tarihî “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini vermiştir.

Takip Harekâtı ve Zafer

1 Eylül 1922’de Türk ordusunun takip harekâtı başlamıştır. Muharebelerden kurtulan Yunanlar İzmir’e, Dikili’ye ve Mudanya’ya doğru kaçmaya başlamışlardır.

Türk ordusu bu muharebe neticesinde 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girmiştir. Sabuncubeli’nden geçen 2’nci Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir’e doğru akarken bunun solunda 1’inci Tümen de Kadife Kale’ye doğru yürümüştür. Bu Tümenin 2’nci Alayı, Tuzluoğlu Fabrikasından geçerek Kordonboyu’na ulaşmıştır. Yüzbaşı Şeref Bey Hükûmet Konağına, 5’inci Süvari Tümenimizin öncüsü Yüzbaşı Zeki Bey Kumandanlık Dairesine ve 4’üncü Alay Komutanı Reşat Bey’de Kadife Kale’ye bayrağımızı çekmişlerdir.

9 Eylül 1922’de İzmir, 11 Eylül’de Bursa ve 18 Eylül’de de Batı Anadolu düşman işgalinden kurtarılmıştır. 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Ateşkes Anlaşması ile Doğu Trakya, silahlı çatışma olmadan Yunan askerinden arındırılmıştır. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye bağımsızlığını tüm dünyaya kabul ettirmiştir.

Türk milletinin vatan sevgisinin, yıkılmaz azim ve iradesinin bir eseri olarak ortaya çıkan bu zaferle sadece vatan toprakları düşmandan kurtarılmamış, Büyük Önder ATATÜRK’ün liderliğinde, ulus iradesine ve egemenliğine dayanan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlam temeller üzerinde kuruluş süreci başlatılmış ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiştir.

Büyük Zafer’den iki yıl sonra Mustafa Kemal Paşa, Başkomutan Meydan Muharebesi’ni sevk ve idare ettiği Zafertepe’de 30 Ağustos 1924 tarihinde Büyük Zafer’in önemini şu şekilde ifade etmiştir. “… Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri burada atıldı. Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır…”

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün engin ileri görüşlülüğüyle kurulan Cumhuriyet, ulusal egemenliğe dayanan yönetim biçimi olmasının yanı sıra kapsamlı bir aydınlanma ve çağdaşlaşma atılımıdır. Cumhuriyet’le birlikte hayata geçirilen devrimler, ulusumuza çağdaş bir yaşamın kapılarını açmış; laik ve demokratik Cumhuriyet’e sahip olmanın onurunu yaşatmıştır.

Bu yazı Kurtuluş savaşında Batı Cephesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/kurtulus-savasinda-bati-cephesi/feed/ 0
Kurtuluş savaşında Güney Cephesi http://ataturkicimizde.com/kurtulus-savasinda-guney-cephesi/ http://ataturkicimizde.com/kurtulus-savasinda-guney-cephesi/#respond Wed, 19 Sep 2018 04:06:19 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=700 Kurtuluş savaşında Güney Cephesi İtilaf devletleri, kendi çıkarları gereği Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası güneydeki şehirleri işgale başlamışlardır. İstanbul Hükûmetine yapılan baskılar sonucu bu bölgede bulunan...

Bu yazı Kurtuluş savaşında Güney Cephesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Kurtuluş savaşında Güney Cephesi

İtilaf devletleri, kendi çıkarları gereği Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası güneydeki şehirleri işgale başlamışlardır. İstanbul Hükûmetine yapılan baskılar sonucu bu bölgede bulunan askerî birlikler, Torosların kuzeyine çekilmişti. Bu fırsattan yararlanan Fransızlar, silahlandırarak kendi üniformalarını giydirdikleri Ermenilerin de yardımıyla Adana, Kozan, Osmaniye, Tarsus, Mersin ve Pozantı’yı işgal ettiler. İngilizler de; Antep, Urfa ve Maraş’ı işgal altına aldılar. Fakat bir süre sonra İngiltere ile Fransa arasında yapılan anlaşma gereği bu bölgeler Fransa’ya bırakıldı. Böylece Fransızlar, Adana’nın kuzeybatısındaki Toros geçitlerinden, Fırat Nehri doğusuna kadar uzanan geniş bir alanı işgal altına almış oldular. Bu işgaller ve halka yapılan zulüm karşısında İstanbul Hükûmeti gerekeni yapmayınca, bölge halkı oluşturmuş oldukları Kuvayımilliye birlikleri ile Fransızlarla ve Fransız ordusunda yer alan Ermenilerle, kendi yurtlarını kurtarabilmek için büyük bir mücadeleye girişmişlerdir.

Antep Cephesi

İngilizler, 17 Aralık 1918’de Mondros Ateşkes Anlaşması gereği Antep’i işgal ederek, şehrin ileri gelenlerini tutuklayıp Mısır’a sürgün etmişlerdir. Halkın elindeki silahların toplanıp Ermenilere dağıtılması; İngiliz desteği ile hareket eden Ermenilerin taşkınlıklara ve halka zulmetmeleri üzerine Antep’te büyük bir gerginlik ortaya çıkmıştır. Halk silahlarını teslim etmeyerek, Ermenilere ve İngiliz birliklerine direnmeye başlamıştır. Fransız Başbakanı Clemenceau ile İngiliz Başbakanı Lloyd George arasında, 15 Eylül 1919 tarihinde yapılan anlaşma gereğince, Musul ve civarının tek başına İngilizlere terk edilmesi karşılığında İngilizler, Güneydoğu Anadolu’daki işgal bölgelerini Fransız birliklerine terk etmeye başlamıştır.

29 Ekim 1919’dan itibaren, İngiliz birliklerinin boşalttığı Kilis, Antep, Maraş ve Urfa Fransız işgal kuvvetlerine terk edilmiş; bu kapsamda Fransızlar, 29 Ekim’de 2.000 kişilik bir kuvvetle Ermenilerin sevinç gösterileri arasında Antep’e girmiştir. Antep’i işgal eden Fransızların Ermenilerle iş birliği içinde halka zulmetmesi ve silahtan arındırmaya çalışması üzerine Antepliler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin Antep şubesini kurarak, Kuvayımilliye birlikleri oluşturmaya başlamışlardır. Bu birliklerin başına Şahin Bey ve Arslan Bey geçerek direnişi başlatmıştır. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, Yüzbaşı Kılıç Ali Bey komutasında bir askeri müfrezeyi Antep’e göndererek bu direnişe destek sağlamıştır. Gerginliğin artması üzerine, Fransız işgal kuvvetleri komutanı General Gouraud bir beyanname yayınlayarak, asayişin sağlanması için titiz davranılacağını açıklamıştır. Buna rağmen, 5 Kasım 1919 tarihinde Akyol Camii üzerine çekilen Türk bayrağının Ermeniler tarafından indirilmesi gerginliği daha da artırmıştır.

21 Ocak 1920’de, 12 yaşındaki oğluyla caddede yürümekte olan bir Türk kadınına Fransız askerlerince sarkıntılık edilmesi üzerine de eline aldığı taşları askerlere atan çocuğun süngü ile şehit edilmesi, Antep halkını galeyana getirmiştir. Şahin Bey, emrindeki Kuvayımilliye birlikleri ile Antep’teki Fransız birliklerine yardım edilmesini engellemek amacıyla, şehre giren yolları kontrol altına alarak direnişi başlatmıştır. Şehir içinde Fransız kuvvetlerine karşı direniş sürerken, 24 Mart’ta Kilis’ten yardım amacıyla gönderilen bir Fransız birliği, Şahin Bey kuvvetleri tarafından pusu ile engellenmiştir. 26 Mart’ta, Fransızların yaptığı ikinci girişim de başarısızlığa uğramıştır. 28 Mart tarihinde yapılan Fransız taarruzunda Şahin Bey, Elmalı köprüsünü savunurken köprü üzerinde bir mermi ile yaralanmış, ardından Fransız askerlerinin süngüleri ile şehit edilmiştir. Bu haberi alan Anteplilerin direnç gücü daha da artmış ve şehre yardıma gelen Kılıç Ali Bey, Balaban mevkiinde bir Fransız birliğini pusuya düşürerek büyük zayiat verdirmiştir. 1 Nisan’da, bütün Antep halkı şehir içinde ve dışındaki Fransız birliklerine karşı topyekün mücadeleye başlamıştır. Antep içindeki Fransız birliklerine yardım etmek amacıyla 15 Nisan 1920 tarihinde Albay Normand ve komutasında gönderilen birlikler Antep’i kuşatmışlardır. Şehrin sadece birkaç mahallesi Kuvayımilliye birliklerinin kontrolündeydi. Bu bölgeler, Fransız topçusunun ateşi ile büyük hasar görmüş ancak direniş kırılamamıştır. Antep’in bu soylu direnişi çevreden gelen yardımlarla desteklenmiştir. 19 Nisan’da Halfeti ve Birecik’ten, 25 Ağustos’ta Malatya’dan yardıma gelen Kuvayımilliye birlikleri halkın direniş gücüne önemli katkı sağlamıştır. 24 Mayıs’taki gelişigüzel Fransız bombardımanı yüzlerce insanın ölümü ve yaralanmasına neden olmuştur. 9-10 Eylül tarihlerinde, Fransızların yoğun bombardımanı şehri büyük ölçüde tahrip etmiştir. Eylül 1920 ile Şubat 1921 tarihleri arasında, şehirde gıda maddesi sıkıntısı nedeniyle açlık baş göstermesine rağmen, direniş inatla sürdürülmüştür. 6 Şubat 1921’de TBMM tarafından bu şanlı direnişi sürdüren Antep’e 93 sayılı Kanun’la “Gazi” unvanı verilmiştir. Gaziantep, direnişini, 9 Şubat 1921 tarihine kadar sürdürmüş, silah ve mühimmat yokluğu ile açlık yüzünden bu tarihte Fransızlar, şehirde kısmen de olsa kontrolü sağlamışlardır.

Antep’in, Fransız ordusu tarafından kuşatılması yaklaşık 10 ay sürmüş, bu süre içinde Antep halkı büyük yokluklar ve açlık çekerek şanlı direnişini sürdürmüştür. Bu mücadelesiyle “Gazi” unvanını almış ve vatan toprağının korunmasının en güzel örneğini Fransızlarla birlikte tüm dünyaya göstermiştir. Fransızların 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması’nı imzalayarak Anadolu’daki macerasına son vermesinde Antep direnişinin büyük katkısı olmuştur. Bu anlaşmanın imzalanması sonrası Fransız birlikleri 25 Aralık 1921’de büyük kayıplar vererek 10 ayda zor alabildikleri Antep’i terk etmişlerdir.

Maraş Cephesi

Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası Maraş, 22 Şubat-1 Kasım 1919 tarihleri arasında İngiliz kuvvetleri tarafından; İngilizlerin çekilmesinden sonra da 29 Ekim 1919 ile 11 Şubat 1920 tarihleri arasında Fransız kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. Bu işgaller üzerine, Elbistan’da Maraş Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti kurularak çalışmalarına başlamıştır. İngiliz gizli belgelerine göre, 1 Kasım 1919 tarihinde Maraş’ı işgal eden 18.000 kişilik Fransız kuvvetlerinin üçte ikisi Fransız ordusuna alınmış ve bu ordunun üniformasını taşıyan Ermenilerden oluşuyordu. İşgal kuvvetleri Ermenilerin coşkun gösterileri arasında Maraş’a girmiştir.

İşgalin ikinci günü olan 30 Ekim 1919 günü Fransız askerleri arasında bulunan Ermeni lejyonerlerinin Türk kadınlarına yönelik tacizde bulunmaları üzerine asıl ismi Ali olan Sütçü İmam lakabı ile anılan bir Maraşlı, tabancası ile Ermeni lejyonerini öldürmüştür. Daha sonra da izini kaybettirerek Maraş köylerinde gizlenmiştir. Bu olaydan bir süre sonra “Bayrak Olayı” meydana gelmiş ve bardağı taşıran son damla olmuştur. Fransız Yüzbaşısı Andre, 30 Kasım 1919’da kale burcunda ve resmî dairelerde bulunan Türk bayraklarının indirterek yerine Fransız bayraklarını astırmıştır. Bunun üzerine Ulu Cami’de toplanan Maraşlılar kale burcundaki Fransız bayrağını indirmişler ve Hükûmet binasından getirilen Türk bayrağını yeniden kaleye çekmişlerdir. Fransızlar, bu olaya önderlik edenleri halkı isyana teşvik etmek suçuyla tutuklamışlardır. Bu tutuklamaların halkı sindirmek yerine daha da coşturması üzerine, Maraş’a gelen Fransız General Querette halkın önde gelenleriyle görüşme yapmıştır. Mutasarrıf vekili ve birkaç kişi hariç tutukluların büyük bir kısmı serbest bırakılmıştır. Ancak bu da gerginliği ortadan kaldırmamıştır. Maraş halkı ve Maraş’taki Ermeniler her an çatışma çıkması ihtimaline karşı hazırlıklı bekliyorlardı. Fransızlarla yapılan görüşmeler sonucu tutukluların geri kalanlarının serbest bırakılmaması üzerine bu gergin bekleyiş, 21 Ocak 1920 günü silahlı çatışmaya dönüşmüştür. Halk, Arslan Bey, Dr. Mustafa Bey, Yörük Selim ve Evliya Efendi liderliğinde içinde Ermeni lejyonerlerin de yer aldığı Fransız birliklerine karşı silahlı direnişe geçmiştir. Yerli Ermeniler de Fransız birlikleri ile beraber halka saldırılara başlamıştır. Buna karşılık halk, planlı ve kararlı bir tavırla direnmeye başlamıştır.

Fransızların Maraş’ın çevresindeki hakim mevkilere makineli tüfek ve top yerleştirerek, şehri sürekli ateş altına almaları üzerine, sokakları kullanamayan Kuvayımilliye birlikleri evlerin duvarlarına delikler açarak ve evden eve geçerek, gece gündüz savaşarak bölge bölge düşman mevzileri ele geçirmiştir. Fransızlar hiç ummadıkları bir biçimde Kuvayımilliye birlikleri ve kadınlı erkekli halkla savaşmaya başlamıştır. Maraşlıların, düşmanı imha etmek için büyük bir özveriyle evlerini bile yakarak mücadele etmesi, Fransız askerlerin moral gücünü yok etmiştir. Fransız Generali Querette’nin ateşkes teklifine, Fransız askerlerinin kayıtsız şartsız silah ve mühimmatı teslim etmeleri ve Maraş’tan kesin bir biçimde ayrılmaları şartıyla cevap verilmiştir. Fransızlar bu teklife, Türklerin bulunduğu mahalleleri ağır bombardıman altına alarak cevap vermişlerdir. Fransızların bu saldırıları Maraşlıların cesaret ve direnç gücünü daha da artırmıştır.

Maraş’ta silahlı çatışma devam ederken Mustafa Kemal Paşa tarafından, Maraş direnişine destek olmak için gönderilen Yüzbaşı Kılıç Ali Bey, 400 kişilik müfrezesi ile 25 Ocak 1920 tarihinde Maraş’a gelerek düşmanla mücadeleye başlamıştır. 80 kişilik bir Fransız birliğini imha etmiştir. Daha fazla dayanamayacaklarını anlayan Fransızlar, 10 Şubat 1920 tarihinde bir kez daha ateşkes teklif etmişler; Maraşlılar adına Dr. Mustafa Bey ile Fransızlar arasında yapılan görüşme sonrası Fransızlar Maraş’ı terk etmeyi kabul etmişlerdir. Ancak Fransızlar ateşkes şartlarına uymayarak Maraş’ı 48 saat bombardıman ettikten sonra şehirden ayrılmaya başlamışlardır. 11 Şubat günü de bu boşaltma işlemi tamamlanmıştır. Maraş savunması, Ermenilerle desteklenmiş olan Fransız ordusunun tam bir hezimetiyle sonuçlanmıştır. Millî Mücadele’nin başlangıç aşamasında Türk milletinin esaret üzerine kurulu bir çözümü kabul etmeyeceğinin bir delili olarak, işgal altındaki bütün bölgeler için önemli bir örnek oluşturmuştur. Maraş’a gösterdiği bu kahramanlıklardan dolayı TBMM tarafından, 5 Nisan 1925 tarihinde bizzat cephede savaşanlara verilen “Kırmızı şeritli İstiklal Madalyası”, 12 Şubat 1973’te de şehre “Kahraman” unvanı verilerek, adı “Kahramanmaraş” olarak değiştirilmiştir.

Urfa Cephesi

Urfa şehri, 24 Mart 1919’da İngilizlerin; 30 Ekim 1919’da da Fransızların işgali ile karşılaşmıştır. Bu sırada, Antep’te de çatışmalar başlamıştır. Urfa’da ise 29 Aralık 1919’da Jandarma Komutanı Yüzbaşı Ali Saip (Ursavaş), Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle düşmanı Urfa’dan atmak için Ocak 1920’de direnişi başlatmıştır. Harekâtın son hazırlıklarını, Diyarbakır’dan yürüten Yüzbaşı Ali Saip Bey 7 Şubat 1920’de, Urfa’daki Fransız komutanlığına bir ültimatom vermiştir. Şehrin 24 saat içinde terk edilmesini istemiş ve birliklerini Karaköprü’ye getirmiştir. 9 Şubat günü Urfa’da çatışmalar başlamıştır. Ermenilerin de desteklediği bir Fransız birliği Gureba Hastahanesi’ni kuşatmıştır.

Namık takma adıyla direnişi organize eden Yüzbaşı Ali Saip Bey, emrindeki birliklerle Fransız kuvvetlerine karşı yoğun bir muharebeye girişmiştir. Türk birliklerinin özverili mücadelesi Fransız kuvvetlerinin bütün direnç gücünü kırmıştır. Fransızlar, 10 Nisan 1920’de önemli kayıplar vererek Urfa’yı terk etmişlerdir. Maraş yenilgisinden sonra, Urfa’da da uğradıkları hezimet, Fransızları ciddi biçimde sarsmıştır. Fransızlar daha sonra Urfa’yı yeniden ele geçirmek istedilerse de 13’üncü Kolordunun savunma önlemleri nedeniyle bu girişimlerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardır.

Adana Cephesi

Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası 17 Aralık 1918’de çoğu Ermeni lejyonerlerden oluşan Fransız kuvvetleri Adana’yı işgal etmiştir. Fransız ve Ermenilerden oluşan kuvvetlerin 11 Aralık 1918’de Dörtyol’u işgali ve halka zulmetmeye başlaması üzerine Karaköse köylüleri yollara barikatlar kurarak bu kuvvetlere karşı silahlı direnişe geçmiştir. Fransızlar 9 Ocak 1919’da işgal altına aldıkları Adana’da Albay Bremond’u Genel Vali olarak tayin etmişlerdir. Albay Bremond, Adana’da Türk devlet otoritesini tamamen ortadan kaldırmak için, Adana’dan İstanbul’a gidecekleri Fransızlardan yol tezkeresi almaya zorlamış, Adana mahkemelerinin temyiz yeri olarak Beyrut mahkemelerini göstermiş, eğitim dilini Fransızcaya çevirmiş ve Türklerden zorla alınan silahları Ermenilere dağıtmaya başlamıştır. 21 Aralık 1918’de kurulan Kilikyalılar Cemiyeti ise, Fransız işgaline karşı ilk örgütlü mücadeleyi yapmaya başlamış ve çeşitli makamlar ile İstanbul gazetelerine protesto telgrafları göndermiştir.

Cemiyet, Topçu Binbaşısı Kemal Bey’i Kilikya Kuvayımilliye Komutanlığına getirmiştir. Adana ve havalisinde teşkilatlanan Kuvayımilliye önderleri içinde, Tufan Bey takma adıyla Yüzbaşı Osman Bey, Saim Bey, müfrezelerle birlikte bir çok çatışmaya katılan Osmaniyeli Rahime Hanım, Paşa lakaplı Köylü Hasan, Yüzbaşı Ali Ratıp, Derviş ve Emin Ağa gibi kahramanlar sayılabilir. Adana ve havalisini işgal eden Fransızlar, orduları içinde yer alan Ermeni lejyonerleri ve yerli Ermenilerin desteği ile Adana halkına zulmetmeye başlamışlardır. Yağma ve cinayetlerle halkın üzerinde büyük bir korku yaratmaya çalışmışlardır.

Türk bayrakları yerine Fransız bayrakları çekilmiştir. Bunun üzerine Temmuz 1919’da Adana halkının bir kısmı şehri terk ederek Toroslara sığınmıştır. Fransız ve Ermenilerin bu saldırıları karşısında teşkilatlanan Kuvayımilliye birlikleri, bu kuvvetlerle mücadeleye başlamıştır. Gülek Boğazı’nı elde tutmak için Binbaşı Menil komutasında gönderilen birlikler Pozantı’da kuşatılmıştır. 19 Mayıs 1920’de kuşatma altındaki birliklere takviye olarak gönderilen 5.000 kişilik Fransız kuvveti, küçük bir grup Kuvayımilliyeci tarafından bozguna uğratılmıştır. Takviye alamayacağını anlayan Fransız kuvvetleri, bir yarma hareketiyle kuşatma altından kurtulduysa da Sünedir Boğazı’nda köylüler tarafından pusuya düşürülmüştür. Çok büyük bir askerî güç zannettikleri bir avuç köylüye teslim olmuşlardır.

Urfa, Antep ve Maraş’ta uğranılan hezimet sonrası Fransızlar ve onların kışkırttığı Ermeniler büyük bir umutsuzluk içinde her gün sertleşen bir biçimde Adana halkı ve Kuvayımilliyesi ile mücadele etmeye devam etmişlerdir. Güney Cephesi Muharebeleri sonrası, Fransızlar Türk yurdunda tutunamayacaklarını anlayarak Urfa, Antep ve Maraş’ta bulunan bütün birliklerini Suriye’ye çekmişlerdir. Sakarya Meydan Muharebesi sonrası 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması ile, Güney Cephesi’ndeki savaş durumu sona ermiş, sınır belirlenerek Fransız kuvvetleri tamamen bu sınırın güneyine çekilmiştir. İskenderun (Hatay), her ne kadar Türkiye’nin sınırları içinde yer almasa da Ankara Antlaşması ile sağlanan özel statü, daha sonra İskenderun Sancağı’nın ana vatana katılması sonucunu doğurmuştur.

Bu muharebeler sonrası Fransızlar, Türklerin anayurdunda bir çıkar elde edemeyeceklerini anlamışlar; bunun yanı sıra para karşılığı Türk ordusuna silah satarak kısıtlı ikmal olanaklarımızı çeşitlendirmişlerdir. Güney Cephesi muharebelerinin sona ermesiyle burada mücadele eden birliklerimizin bir kısmı Batı Cephesi’ne kaydırılmış ve buradaki birliklerimizin takviyesi sağlanmıştır.

Bu yazı Kurtuluş savaşında Güney Cephesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/kurtulus-savasinda-guney-cephesi/feed/ 0
Kurtuluş savaşında Doğu Cephesi http://ataturkicimizde.com/kurtulus-savasinda-dogu-cephesi/ http://ataturkicimizde.com/kurtulus-savasinda-dogu-cephesi/#respond Wed, 19 Sep 2018 04:03:04 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=697 Kurtuluş savaşında Doğu Cephesi 30 Ekim 1918’deki Mondros Mütarekesi’nden sonra Türk ordusu, Mütarekenin 11’inci maddesi gereğince Kafkasya ve İran’ı boşaltarak, 1878’den sonraki sınır gerisine çekilince,...

Bu yazı Kurtuluş savaşında Doğu Cephesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Kurtuluş savaşında Doğu Cephesi

30 Ekim 1918’deki Mondros Mütarekesi’nden sonra Türk ordusu, Mütarekenin 11’inci maddesi gereğince Kafkasya ve İran’ı boşaltarak, 1878’den sonraki sınır gerisine çekilince, 9’uncu Ordu 2 Nisan 1919’da lağvedilmiş ve yerine 15’inci Kolordu kurulmuştu. Komutanlığına Kâzım Karabekir Paşa’nın atandığı Kolordu, ülkenin asayiş durumu ve jandarma birlikleri noksanı göz önünde tutularak düzenlenmişti. Subay ve erlerinin moral ve eğitim durumları iyi seviyede olan bir birlikti.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya’da 1917 yılında gerçekleşen ihtilalin ardından Rus ordusunun Kafkasya’yı terk etmesi üzerine, Erivan merkezli olarak bir Ermenistan Devleti kurulmuştur. Bu devlet, İngilizlerin desteği, Rus ordusundan kalan silah ve malzemeyle kurdukları ordu ile; Kafkasya’da, Azerbaycan ve Doğu Anadolu topraklarında emellerini gerçekleştirmek üzere harekete geçmiştir. Türk ordusunun Kafkasya’yı boşaltması üzerine Nahçıvan, Şerur, Zengezur ve Şuşa’da saldırılara girişmişlerdir. Ardından Gümrü, Arpaçay, Aras Nehri kıyıları ile Iğdır’ı da işgal ederek saldırılarını sürdürmüşlerdir. 19 Haziran 1920 tarihinden itibaren de Oltu istikametinde taarruza geçmişlerdir. Bölgede yaşayan halk Nahçıvan, Şuşa ve Oltu’da Şura adı verilen geçici hükûmet ve cemiyetler kurarak bu saldırılara karşı direnmeye çalışmışlardı.

Bu gelişmeler karşısında Osmanlı Hükûmeti, ateşkes hükümlerine uymak zorunda olduğundan 15’inci Kolordunun, saldırılar karşısında nasıl hareket edeceğine dair bir plan yoktu. 9’uncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkınca gördüğü durum karşısında yerel bir savunma planı tasarlamıştır. Ermenilerin doğrudan saldırıya geçmesi ihtimali karşısında, 15’inci Kolordu Komutanlığına verdiği direktifte önce Rum saldırısı karşısında alınacak tedbirler açıklanmış ve sonra “bu hareketle birlikte, Ermeni ve Gürcüler de saldırırsa bunlara karşı, gerilla usulünde savunma muharebeleri planlanacaktır” denmiştir.

Mustafa Kemal, 6 Şubat 1920’de 15’inci Kolordu Komutanlığına gönderdiği bir yazıyla, genel siyasi durumu açıkladıktan sonra; taarruz planı hakkındaki düşünce ve direktiflerini bildirmiştir:

Doğu Cephesi’nde resmi veya gayri resmi seferberlik yapılması

Yeni Kafkas Hükümetleriyle, özellikle Azerbaycan ve Dağıstan gibi İslam Hükümetleriyle acilen temasa geçilerek bize karşı tutumlarının öğrenilmesi,

Ülke içinde teşkilatın kuvvetlendirilmesi, silah, cephane ve malzemenin teslim edilmesi. Gerekirse bunun için silah kullanılması.

En mühim vazife ise İtilaf devletlerinin zaman kazanmasına meydan vermemek, ve onun maskesini bütün memleketin bütün mukavemet unsurlarını tehdit edecek vesile itasına zorlamaktadır.

Bu gelişmelerden sonra Kâzım Karabekir Paşa, Mayıs sonu ya da Haziran başı olmak üzere, Ermenilere taarruz edilmesini TBMM Hükûmetine önermiştir. Konu Hükûmette görüşüldükten sonra Meclis’ten bu hususta müsaade alınmasına karar verilmiştir. Meclisin gizli oturumunda bu yetki Hükûmete verilince, Hükûmet, 6 Haziran 1920’de Kolordu Komutanı’na askerî hazırlık yapmasını, ancak hiçbir siyasi girişimde bulunmaması emrini vermiştir.

Gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra, 27 Eylül’de, Ermeni kuvvetlerine taarruza geçilmiş ve Sarıkamış alınmıştır. 14 Ekim’de, Ermeniler bütün cephe boyunca taarruza geçtilerse de başarısız olarak geri çekilmek zorunda kalmışlardır. 28 Ekim’de başlatılan Türk taarruzu ile 8 Kasım’da Şahtahtı, 11 Kasım’da Iğdır geri alınmıştır. Ermeni kuvvetleri Şahnalar, Arpaçay ve Aralık doğusunda Cacur ve Gulgat’a kadar perişan bir biçimde çekilmek zorunda kalmışlardır.

Bu ağır mağlubiyetler sonucu Ermeni Hükûmeti, 17 Kasım 1920’de TBMM’nin bütün şartlarını kabul etmesi üzerine ateşkes yapılmıştır.

3 Aralık 1920’de Ermenistan ile imzalanan Gümrü Barış Antlaşması hükümleri şunlardır:

Gümrü Barış Antlaşması (3 Aralık 1920)

Türkiye ile Ermenistan arasındaki savaş durumuna son verilmiştir.

Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır, aşağı Karasu’nun döküldüğü yerden başlayarak, Aras Irmağı Kekai kuzeyine kadar Arpaçayı, daha sonra Karahan Deresi – Tiğnis batısı – Büyük Kımlı doğusu – Kızıltaş – Büyük Akbaba Dağı çizgisinden oluşur. (Günümüz sınırları)

Bu antlaşma uyarınca, İkinci maddede belirlenen sınırlar içinde kalan Türkiye toprakları, Türkiye’nin tarihsel, etnik ve hukuksal ilişkisi inkar edilemez bir biçimde Türk toprağıdır.

Ermenistan Hükûmeti, iç güvenliği sağlamaya yönelik olarak hafif silahlı jandarma birlikleri ve ülkeyi savunmaya yönelik 1.500 askerden kurulu savunma birlikleri dışında hiçbir askerî yapılanmaya gidemez. Ermenistan’da zorunlu askerlik hizmeti olmayacaktır.

Antlaşma sonrası, Erivan’a yerleşecek olan Türkiye’nin siyasal temsilcisi, antlaşma hükümlerinin uygulanması konusunda denetleme ve soruşturma yapma yetkisine sahiptir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında yabancı güçlere katılarak savaşmış olanlar dışında, topraklarından göç edenler bir yıl içinde eski yurtlarına geri dönebilirler.

TBMM Hükûmeti, savaştan doğan zararları nedeniyle Ermenistan’dan savaş tazminatı almayacaktır. Birinci Dünya Savaşı nedeniyle her iki tarafta ortaya çıkan zararlar karşılıklı olarak talep edilmeyecektir.

Ermenistan Hükûmeti, TBMM Hükûmeti tarafından kesinlikle reddedilmiş olan Sevr Antlaşması’nı hükümsüz sayacak ve bu çerçevede yabancı devletler nezdindeki faaliyetlere son verecektir. Ermenistan, herhangi bir devletle yapılmış ve Türkiye’nin çıkarlarına zararlı hükümleri geçersiz sayacaktır.

Ermenistan Hükûmeti, kendi topraklarında yaşayan Müslümanların her türlü dinsel ve kültürel haklarını koruyacak, halkın özgürce seçeceği yerel müftüler tarafından belirlenecek Baş Müftü’nün memurluk görevinin Türk Hükûmeti tarafından onaylanmasını kabul edecektir.

Ermenistan Hükûmeti, kendi topraklarından Azerbaycan ve Gürcistan ile yapılacak her türlü transit ticari geçişi engellemeyecek ve bu ticaret nedeniyle vergi almayacaktır. Türkiye Hükûmeti, emperyalist güçlerce yapılacak gizli silah sevkiyatını ve her türlü gizli faaliyet için Ermenistan’a gelebilecek kişileri araştırmak üzere bu ülke topraklarındaki ulaşım yollarını denetim ve gözetim altında bulunduracak, sızmaları önleyecektir.

TBMM Hükûmeti, kendi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tehdit edebilecek saldırılara karşı, Ermenistan içinde geçici olarak askerî önlemler alabilecektir.

Bu antlaşma hükümlerinin Ermenistan tarafından yerine getirilmesinden sonra, Türk ordusunun işgal ettiği topraklar boşaltılacak ve Ermeni savaş tutsakları geri verilecektir.

Gümrü Barış Antlaşması, TBMM Hükûmetinin imzaladığı ilk uluslararası antlaşma olması açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu antlaşma ile TBMM’nin hukuki varlığı yabancı bir devlet tarafından resmen tanınmıştır. Türk Millî Mücadelesi’nin başlangıcından itibaren ana amaç olarak kabul edilmiş olan “Tam Bağımsızlık” ilkesi, ilk kez bir başka devlete resmen kabul ettirilmiştir.

Bu antlaşmayla, 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi ile kaybedilmiş olan Artvin, Posof, Savşat, Çıldır, Kars, Iğdır, Tuzluca, Sarıkamış ve Oltu yeniden ana vatan topraklarına katılmıştır. Ayrıca Doğu sınırlarımızda savaş hâli sona ermiş, Doğu Cephesi’ndeki bazı birlikler Yunan ordusu ile mücadele etmek amacıyla Batı Cephesi’ne nakledilmiştir.

Bu yazı Kurtuluş savaşında Doğu Cephesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/kurtulus-savasinda-dogu-cephesi/feed/ 0