Bu yazı 91 yıllık sigorta: ANKARA ANTLAŞMASI / Sinan MEYDAN ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>1926 Ankara Antlaşması her şeyden önce Türkiye-Irak sınırının değiştirilemeyeceğini hükme bağlamıştır. (Madde 5). Bu antlaşma Irak sınırının sigortasıdır.
YÜZ YILLIK BİR EMPERYALİST PROJE
Irak’ın kuzeyinden Türkiye’nin güneyine uzanan Kürdistan Projesi en az 100 yıllık bir emperyalist projedir. Özerklik bu projenin ilk ayağıdır. Asıl amaç bağımsızlıktır. Nitekim Milli Mücadele yıllarından itibaren ayrılıkçı Kürtler ve onları destekleyen İngiliz emperyalizmi, önce özerk sonra bağımsız Kürdistan planları yapmıştır. İngiliz arşivi bu yöndeki raporlarla doludur. Örneğin, 26 Mart 1920’de İngiliz Amiral Sir F. de Robeck’ten Lord Curzon’a gönderilen bir raporda “Kürdistan Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır…” denilmişti. (Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, 3.bas., İstanbul, 2009, s. 247).
SEVR’İN KÜRDİSTAN MADDELERİ
10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’nın “Kesim III, Kürdistan” başlığını taşıyan 62-64. maddeleri, Türkiye’nin güneyinde, Irak’ın kuzeyinde aşamalı olarak önce özerk sonra bağımsız bir Kürdistan kurulmasını hükme bağlamıştı.
62. maddeye göre Sevr Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonraki 6 ay içinde İstanbul’da İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinden üçer kişilik bir komisyon toplanıp “Suriye, Irak ve Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün olduğu bölgelerin yerel özerklik planını” hazırlayacaktı. 63. maddeye göre Türkiye, bu komisyonların “Özerk Kürdistan” kararını, kendisine bildirildikten sonra 3 ay içinde yürürlüğe koymayı kabul edecekti. 64. maddede ise açıkça “Bağımsız Kürdistan”dan söz edilmişti. Maddenin devamında da “Bağımsız Kürdistan” kurulduğunda Musul’daki Kürtlerin de kendi istekleriyle bu devlete katılmalarına Müttefik devletlerin hiçbir şekilde karşı çıkmayacakları belirtilmişti.
Sevr Antlaşması’nın 145-148 maddelerinde de “ırk ve dil azınlıkları”ndan söz edilmişti.
Milli Mücadele kazanılınca 433 maddelik “idam fermanı” Sevr Antlaşması tarihin çöp tenekesine atıldı.
LOZAN’DA ÇARPIŞAN TEZLER
Türkiye, Lozan Konferansı’nda Türklerin ve Kürtlerin “kaderleri ortak bir millet” olduğu tezini savundu. Bu tez, bir yıl kadar sonraki 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denir” şeklinde ifade edilecekti.
İngiltere ise tam tersine Kürtlerin Türklerden ayrı bir millet olduğunu belirterek “Özerk Kürdistan” tezini savunuyordu.
Lord Curzon, 23 Ocak 1923’te Lozan’da, “Güney Kürdistan” dediği Musul vilayetinde, yani Kuzey Irak’ta İngiltere’nin Kürtlere özerklik vereceğini, Kürtçe eğitim veren okullar açacağını, Kürtçeyi yazı dili haline getireceğini anlatmıştı.
(Seha Meray, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, C.1, İstanbul, 1993, s. 350).
ATATÜRK’ÜN KARŞI HAMLESİ
Atatürk o günlerde, 16 Ocak 1923’te İzmit basın toplantısında bir soru üzerine Kürtlük konusuna değinerek, “Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır (…) Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense, bizim Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir” demişti. Ayrıca Kürtlere “ayrı bir sınır çizmenin” doğru olmadığını belirtmişti. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 14, s. 273, 274).
Atatürk’ün burada “bir tür mahalli muhtariyetler” derken kastettiği, 1921 Anayasası’nın 11. maddesinde illere tanınan “mahalli işlerde” özerklikti. Bu, siyasi anlamda bir özerklik değildi. 1921 Anayasası 11. madde şöyle başlar: “Vilayetler mahalli işlerde manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir.” Ayrıca 1921 Anayasası’nın bu 11. maddesi, 1924 Anayasası’nın şu 90. maddesiyle kaldırılmıştı: “Vilayetlerle şehir, kasaba ve köyler, hükmü şahsiyeti haizdir.”
Görülen o ki Atatürk, o günlerde “Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir” diyerek İngiltere’nin Lozan’daki özerk Kürdistan tezini zayıflatmak istemişti.
ATATÜRK, MUSUL VE KÜRDİSTAN
Atatürk, İzmit basın toplantısında Musul’un öneminden de şöyle söz etmişti: “Musul bizim için çok kıymetlidir: Birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları vardır. İkincisi, bunun kadar önemli olan Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti oluşturmak istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırımız içindeki Kürtlere de sirayet edebilir. Bu fikre engel olmak için sınırı güneyden geçirmek lazımdır…” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 14, s. 269, 270).
Atatürk, Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürdistan’ın -Türkiye’deki Kürt nüfus nedeniyle- Türkiye’yi tehdit edeceğini düşünüyordu. Bu projeye engel olmak için sınırı Musul’u da içine alacak biçimde güneyden geçirmek istiyordu.
LOZAN SONRASI MUSUL SORUNU
Türkiye Lozan’da, İngiltere’nin özerk veya bağımsız Kürdistan planlarını bozdu, ama Musul’u alamadı. İsmet Paşa’nın tüm direnişine rağmen İngiltere, Musul’u Türkiye’ye vermedi.
Lozan Antlaşması’nın 3. maddesine göre Musul sorununun 9 ay içinde iki devlet arasında uzlaşmayla çözülmesine, olmazsa Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvurulmasına karar verildi.
Musul Sorunu, 19 Mayıs-5 Haziran 1924 tarihleri arasında İstanbul (Haliç) Konferansı’nda görüşüldü.
24 Mayıs oturumunda İngiliz temsilci Sir Percy Cox, Lozan’daki iddialarını tekrarlamaktan öte, Hakkâri, Beytüşşebab, Çölemerik ve Revanduz’un da Irak’a bırakılmasını istedi. Türk temsilci Fethi Bey buna şiddetle karşı çıkınca konferans dağıldı.
6 Ağustos’ta İngiltere konuyu Milletler Cemiyeti’ne götürdü. 7 Ağustos’ta Nesturiler, Hakkâri Valisi’ni pusuya düşürüp esir alarak Nesturi ayaklanmasını başlattı. Ayaklanmaya İngiliz uçakları da destek verdi.
Milletler Cemiyeti Konseyi, 30 Eylül 1924 tarihli oturumunda 3 üyeli özel bir komisyon kurulmasına karar verdi. Londra’da, Türkiye’de ve Bağdat’ta incelemeler yapan komisyon, 16 Temmuz’da hazırladığı raporu Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği’ne sundu.
29 Ekim 1924’te Brüksel’de olağanüstü bir toplantı yapan Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye ile Irak arasında “Brüksel Sınırı” denilen geçici bir sınır belirledi. Bu, Musul’u Irak’a bırakan bir sınırdı.
13 Şubat 1925’te Şeyh Sait İsyanı çıktı. Bu isyan Türkiye’nin, Türk-Kürt birlikteliği tezini zayıflattı.
Sonuçta Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925’te Brüksel Hattı’nın kuzeyini Türkiye’ye, güneyini ise Irak’a bıraktı.
Türkiye, Milletler Cemiyeti kararından bir gün sonra, 17 Aralık 1925’te SSCB ile bir dostluk ve tarafsızlık anlaşması yaparak tepkisini gösterdi.
SINIRIN SİGORTASI ANKARA ANTLAŞMASI
5 Haziran 1926’da Türkiye, Irak ve İngiltere arasında Ankara Antlaşması imzalandı. Böylece bugünkü Türkiye- Irak sınırı çizildi. Antlaşmanın 1. maddesinde ve ekinde Türkiye-Irak sınırı çok ayrıntılı olarak tarif edilmişti. 5. maddesinde ise tarafların, 1. maddede belirlenen sınır çizgisinin “kesinliğini ve bozulmazlığını kabul ederek bunu değiştirmeyi amaçlayan herhangi bir girişime geçmemeyi” kabul ettikleri belirtilmişti. Antlaşma, sınırlar konusunda süresizdi. Sınır değiştirilmemek üzere çizilmişti. II. Dünya Savaşı’ndan sonra 29 Mart 1946’da Irak ve Türkiye arasında Ankara’da bir antlaşma daha yapıldı. O antlaşmanın 1. maddesine göre de “1926 Antlaşması ile belirlenmiş ve çizilmiş sınıra saygı” gösterileceği belirtilmişti. (İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C 1, Ankara, 2000, s. 314-316.)
Evet, 1926 Ankara Antlaşması’yla Musul alınamadı; ama Türkiye-Irak sınırı kesinleşti.1926’daki bu “sınır rejimi” ile bir anlamda Türkiye ve Irak arasında özerk veya bağımsız Kürdistan kurulması önlendi. Bu anlaşma sınırın sigortası oldu.
1932’de Irak’taki İngiliz mandasının sona ermesiyle Türkiye-Irak arasında 1937’de Sadabat Paktı’yla sonuçlanacak iyi ilişkiler kuruldu.
Özerk veya bağımsız Kürdistan Projesi, 1990’larda BOP çerçevesinde bu sefer bir Amerikan projesi olarak gündeme geldi. Türkiye’nin bu projeye karşı büyük bir özenle Ankara Antlaşması’nın sınır rejimini ve Irak’ın toprak bütünlüğünü savunması gerekirdi. Ancak özelikle AKP hükümeti, Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni tanımak için adeta can attı; 1926 Ankara Antlaşması’nın 90 yıllık “sınır rejimi”ni kendi eliyle bozdu.
MUSUL PETROL GELİRLERİ
Ankara Antlaşması okullarda bile yanlış öğretildi.
Güya Ankara Antlaşması’yla Türkiye, 500 bin sterlin karşılığında Musul petrollerinden alacağı paydan vazgeçmişti! Neredeyse bütün siyasi tarih kitaplarında yıllarca bu yanlış tekrarlandı.
Oysaki gerçek şuydu:
Ankara Antlaşması’nın 14. maddesinde Türkiye’nin, Irak’ın petrol gelirlerinden 25 yıl süreyle yüzde 10 pay alacağı belirtilmişti. Antlaşmaya ekli, 5 Haziran 1926 tarihli, İngiltere ve Irak yetkililerinin Türkiye’ye sundukları mektupta ise Türkiye isterse payını, 500.000 Sterlin nakit olarak da alabilecekti. Ancak Türkiye bu teklifi değil, 25 yıl süreyle yüzde 10’luk teklifi kabul etti.
Irak’ta 1927’de petrol çıkarılmaya başlandı. Petrol boru hattı da 1934’te tamamlandı.
1934’ten 1951’e kadar 18 yılın bütçe kanunları incelendiğinde, “Sözleşmesi Gereğince Musul Petrollerinden Alınan” başlığı altında, bu gelirin tahsil edildiği görülmektedir.
Petrol geliri 1955 yılına kadar bütçede gözüküyor. Hatta 1954’te yüklü bir ödeme var. 1955-1959 arasında ise ödeme yok. Anlaşılan, 1955’te Türkiye ile Irak arasında Bağdat Paktı kurulunca Menderes hükümeti alacakları tahsil etmedi. Nitekim Bağdat Paktı Meclis’te görüşülürken başbakan gülümseyerek, “Terazinin bir gözüne Irak’ın dostluğunu, diğer gözüne de alacağımızı koyuyoruz!” demişti. 1958’de Irak’ta General Kasım’ın bir darbeyle iktidarı ele geçirmesinden sonra Türkiye petrol gelirlerini tahsil edemedi.1959’dan 1985’e kadar petrol gelirleri bütçeye “alacak” olarak girdi. Ancak 1986’da Başbakan Turgut Özal o tarihe kadar bütçede biriken, Irak petrol gelirinden hukuken vazgeçti.
Peki ama Özal’ın vazgeçtiği bakiye neydi?
Türkiye’nin Irak petrol gelirinden alması gereken 25 yıllık pay yaklaşık 5.5 milyon sterlindir. Bunun 3.5 milyon sterlini alınmıştır. Yaklaşık 2 milyon sterlin alacak kalmıştır. Ancak Hikmet Uluğbay’ın iddiasına göre alacak
5.5 milyon değil, en az 29.5 milyon sterlindir. 1955 yılına kadar ödenen miktar ise sadece 3.5 milyon sterlindir. Bu durumda, Türkiye’nin Irak petrollerinden 2 milyon sterlin değil,en az 26 milyon sterlin alacağı vardır. Söz konusu alacağın oluştuğu tarihteki fiyatlara göre karşılığı ise en az 30.2 milyon varil petroldür. (Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, 3. Bas, Ankara, 2008).
OLMAYAN MADDE
90 yıldır unutulan Ankara Antlaşması, 2016 sonunda Türkiye’nin de katıldığı Musul Operasyonu sırasında birdenbire hatırlanıverdi! Ancak o da ne? Birileri antlaşmaya hayali bir madde eklemişti! Güya, Ankara Antlaşması’na göre Türkiye, “Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması şartıyla” Musul’u Irak’a terk etmişti! Sosyal medyada paylaşım rekorları kıran bu yalan, ATV haber bülteninde bile tekrarlandı. Oysaki 1926 Ankara Antlaşması’nda bu veya buna benzer bir madde yoktu. Birileri yine halkı kandırıyordu.
Sinan MEYDAN, 6 Mart 2017
Bu yazı 91 yıllık sigorta: ANKARA ANTLAŞMASI / Sinan MEYDAN ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Türkiye’nin tapusu Lozan / Sinan MEYDAN ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>“Lozan’da onursuz bir barış imzaladık. Bu, İngiltere’nin şimdiye dek imzalamış olduğu antlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu, en kötüsüdür.” İngiliz Sir Andrew Ryan
Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur. Bu tapuyu yırtmak isteyenler, çokça “Lozan yalanı” üretip genç beyinleri bu yalanlarla zehirliyor.
Bugün, 24 Temmuz 2017; Lozan’ın 94. Yıldönümü… Lozan yalanlarına cevap vermenin tam zamanıdır.
İSMET PAŞA LOZAN’DA İYİ MÜCADELE ETMEDİ Mİ?
İsmet Paşa, Kasım 1922’de Lozan’a giderken Türkiye, 1912-1922 arasındaki 10 yıllık savaştan yeni çıkmıştı. Aç, sefil, savaş yorgunu 14 milyon insan bir an önce barışa kavuşmak istiyordu.
Lozan Konferansı devam ederken İstanbul ve Çanakkale boğazları işgal altındaydı. Boğazlarda İngiliz, İzmir limanında Fransız savaş gemileri vardı.
Lozan’a İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Boğazlar konusu için Sovyet Rusya ve Bulgaristan, belirli konular için Belçika ve Portekiz ile gözlemci olarak ABD katılmıştı. Lozan’da, İngiltere’nin liderliğinde Türkiye karşıtı bir “birleşik cephe” oluşmuştu. Türkiye, neredeyse bütün bu devletlere karşı tek başınaydı.
Türkiye, Lozan’a Kurtuluş Savaşı’nın galibi olarak giderken, Müttefikler Türkiye’yi 1. Dünya Savaşı’nın mağlubu olarak görüyor; Türkiye’ye üç dört yılın değil, Atatürk’ün ifadesiyle “son 300-400 yılın hesabını sormak” istiyorlardı.
İsmet Paşa, Lozan’da kendisine TBMM tarafından verilmiş olan 14 maddelik bir talimatnameye uygun hareket etti.
İsmet Paşa, Lozan’da iyi mücadele etti. Üç ay sonra Müttefikler’in sunduğu, Sevr’in biraz yumuşatılmış şekli olan antlaşma teklifini, Ankara’nın da onayını alarak reddetti. Lord Curzon’un ifadesiyle, “İsmet, söylediğimiz her şeye aynı sıradan bayatlıkla cevap verdi: Bağımsızlık ve hükümranlık!” Bunun üzerine Lozan Konferansı 4 Şubat 1923’te kesildi. İsmet Paşa ve heyeti Türkiye’ye döndü.
Konferans dağılır dağılmaz Atatürk, Türk Ordusu’na “hazır ol” emri verdi. İzmir Limanı’nda demirli Fransız savaş gemilerini kovdu. Kapitülasyonların kaldırılmasına yanaşmayan Batı’ya, ekonomik bağımsızlık konusunda ne kadar kararlı olduğunu göstermek için İzmir İktisat Kongresi’ni topladı.
Sonuçta, 23 Nisan 1923’te Lozan Konferansı yeniden başladı. Aylar sonra, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı.
İsmet Paşa, Lozan’daki direnişi sırasında adeta yaşlanmıştı. 22 Aralık 1922’de Atatürk’e gönderdiği telgrafta şöyle diyordu: “Görüştüğümüz zaman saçlarımı bembeyaz, yaşımı on yaş daha ileri bulacaksın.”
LOZAN HEZİMET MİDİR?
Lozan’da kapitülasyonları kaldırdık, Ermeni yurduna izin vermedik. Böylece temel istekler bakımından yüzde 100 başarılı olduk. Karaağaç’ı aldık, kabotaj hakkını elde ettik, savaş esirleri konusunu çözdük. Ege adalarından Meis, Semadirek, Bozcaada, İmroz (Gökçeada), Tavşan adalarının bize bırakılmasını, diğer adaların ise bize bağlı özerk veya bağımsız olmasını istedik. Sonuçta Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları ve Anadolu sahillerine üç milden az uzaklıkta bulunan adaların, adacıkların ve kayalıkların hepsini aldık. Ayrıca Yunanistan’a bırakılan adaların askerden, silahtan arındırılmasını sağladık. Bizdeki adalardan Meis’i kaybettik. (Lozan, Madde: 12, 13, 15, ek XV). Adalar konusunda yüzde 50 başarılı olduk. Osmanlı borçlarının paylaşımı ve ödenmesi konusunda da yüzde 50 başarılı olduk: Borçların orantılı olarak Osmanlı’dan kopan devletlere bölüştürülmesi ve altın ya da sterlinle ödenmemesi konusunda başarılı olduk, ancak borçlar hesaplanırken 1918 yılının dikkate alınmasında başarısız olduk. Trakya sınırında ve boğazlarda askerden arındırılmış bölgenin yabancılar tarafından denetlenmemesi isteğinde de başarılı olduk, ancak buraların saldırıya uğraması hâlinde Müttefikler’in Türkiye’ye güvence vermesi isteğinde başarısız olduk. Bunda da yüzde 50 başarı var.
Yunanistan’dan savaş tazminatı almayı, Batı Trakya’da halk oylaması yapmayı, Musul ve Adakale’yi almayı, savaş döneminde el konulan altınları geri almayı, Gelibolu’da bir garnizon bulundurmayı, boğazların yönetimini ele geçirmeyi, sınırlarımız dışında halk oylaması yapmayı, I. Dünya Savaşı öncesinde parası ödendiği halde alınamayan savaş gemilerinin parasını geri almayı, patrikhaneyi yurtdışına çıkarmayı başaramadık. Ancak başarısız olduğumuz bu isteklerin en az yarısı “gerçek” değil pazarlık gücünü arttırmaya yönelik “görünür” isteklerdi. Ayrıca Musul alınamamış, ama henüz kaybedilmemişti de…
Gerçekleştirilen ve gerçekleştirilemeyen isteklerin önem derecesine bakıldığında, Türkiye’nin Lozan’da mutlak başarılı olduğu görülecektir. Örneğin, Türkiye’nin Lozan’da aldığı İmroz Adası’nın büyüklüğü, Semadirek, Meis ve Bozcaada’nın toplamının yarısı kadardı. Yine yüzyıllardır Batı’nın Türkiye’yi her bakımdan iliklerine kadar sömürmesine yol açan kapitülasyonların kaldırılması, gerçekleştirilemeyen isteklerin tamamından çok daha önemlidir.
Ayrıca İstanbul ve Çanakkale’yi Lozan’la kurtardık.
Lozan Antlaşması bize her şeyden önce sınırları belli bağımsız bir vatan bıraktı. Lozan’a “hezimet” demek için ya kör cahil veya uslanmaz bir Cumhuriyet düşmanı olmak gerekir.
ADALAR, MUSUL, HATAY, BATUM LOZAN’DA MI KAYBEDİLDİ?
12 Ada, 1911’deki Trablusgarp Savaşı sonrasında, 18 Ekim 1912’de İtalya ile imzalanan Uşi Antlaşması’yla geçici olarak İtalya’ya bırakıldı, ancak bir daha geri alınamadı.
Balkan Savaşı’nda Yunanistan’ın işgal ettiği Ege adalarının geleceği ise savaştan sonra 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması ve 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması’yla “büyük devletlere” bırakıldı. Girit Adası ise Yunanistan’a bağlandı.
Şubat 1914’teki Büyükelçilik Konferansı kararlarına göre Meis Adası hariç 12 Ada İtalya’ya, İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan’a verildi. Osmanlı bu durumu kabul etmeyerek 15 Şubat 1914’te büyük devletlere bir nota verdi. Ancak sonuç alamadı. Bu sırada 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Ege adaları Yunanistan’da, 12 Ada İtalya’da kaldı. Türkiye’nin elinde ise fiilen Gökçeada, Bozcaada ve Meis vardı. (Padişah V. Mehmet Reşat, hükümet İttihat Terakki’ydi)
10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması’nın 84. ve 122. maddelerine göre Türkiye, Gökçeada (İmroz), Bozcaada dahil Ege adalarını Yunanistan’a, 12 Ada’yı İtalya’ya bırakacaktı. (Padişah Vahdettin’di). Türkiye Lozan’da bu oyunu bozdu; fiilen elindeki adalardan Meis dışında hiçbirini kaybetmedi. Lozan’ın adalarla ilgili maddelerinin malumun ilamından başka bir anlamı yoktur.
Musul ise Mondros’tan hemen sonra, 10-11 Kasım 1918’de İngilizler tarafından işgal edildi. (Padişah Vahdettin’di) İsmet Paşa Lozan’da Musul konusunda da büyük bir mücadele verdi. Sonuçta görüşmeler tıkandı. Lozan Antlaşması’nın 3. maddesine göre Musul sorununun 9 ay içinde Türkiye-İngiltere arasında ikili görüşmelerle çözülmesine, olmazsa Milletler Cemiyeti’ne gidilmesine karar verildi. 1918’de elimizden çıkan Musul, 1925’teki Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra kaybedildi. (1926, Ankara Antlaşması).
Hatay ise Lozan’da değil, daha önce kaybedildi. 11 Aralık 1918’de Fransız kuvvetleri Hatay’ı işgal etti. (Padişah Vahdettin’di). Atatürk, Misakı Milli’de Hatay’a da yer verdi. 20 Ekim 1921’de Fransa ile yapılan Ankara Antlaşması’yla Hatay Türkiye’ye bağlanamadı, ancak Atatürk’ün çabalarıyla 1938’de bağımsız oldu, 1939’da Türkiye’ye bağlandı.
Batum ise Lozan’da görüşme konularından biri değildi. 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması’yla Gürcistan’a bırakılmıştı.
II. Abdülhamit’ten VI. Mehmet Vahdettin’e kadar, toplam 2 milyon kilometrekareye yakın toprak kaybedildi: Balkanlar, Afrika, Ortadoğu, 12 Ada, Ege adaları, Trakya, İstanbul, Boğazlar ve Anadolu’nun yarısı kaybedilmiş, 1921’de düşman Ankara yakınlarına kadar gelmişti.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı kazanıp da Sevr Antlaşması’nı yırtmasaydı elimizde kalan toprak miktarı 480 bin kilometrekareydi. Bunun da kalıcı olmayacağı kesindi. Kurtuluş Savaşı sonunda Lozan’da Türkiye topraklarını 736 bin kilometrekareye ulaştırdı. 1939’da Hatay’ın anavatana katılmasıyla 47 bin kilometrekare daha toprak kazanıldı. Böylece Türkiye’nin yüzölçümü 783 bin kilometrekare oldu.
İNGİLTERE LOZAN’I ONAYLAMAK İÇİN NEYİ BEKLEDİ?
Lozan’ın 143. maddesine göre Türkiye ile dört büyük Müttefik devlet veya onlardan en az üçü onay belgelerini Paris’e sunar sunmaz antlaşma yürürlüğe girecekti.
Türkiye 23, Yunanistan 25 Ağustos 1923’te Lozan’ı onayladı.
Müttefikler ise anlaşmanın onayını olabildiğince geciktirdiler. Bunun nedeni, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin çok fazla ayakta kalamayacağını, bir süre sonra yıkılacağını düşünmeleriydi. Biraz beklerlerse Kemalist iktidar devrilecek, Türkiye çökecek, böylece Lozan’ı onaylamalarına gerek kalmayacaktı! Bu düşünceyle İngilizler uzun süre Ankara’ya elçi de göndermediler.
İngiltere’de Lozan’ın onaylanmasını geciktiren Lord Curzon dönemi 22 Şubat 1924’te sona erdi. İşçi Partili yeni başbakan MacDonald, 1 Mart’ta Lozan’ın onay sürecini başlattı. Avam Kamarası 10 Nisan 1924’te Lozan’ı onayladı.
Lozan’ı, Fransa 27 Ağustos 1924’te, İtalya 11 Ocak 1924’te, Belçika 7 Ocak 1925’te, Portekiz, 28 Mayıs 1926’da onayladı. Japonya’nın onay belgeleri 6 Haziran 1924’te Paris’e ulaştı.
İngilizlerin Lozan’ı onaylamak için halifeliğin kaldırılmasını beklediğini iddia eden Lozan yalancılarına, “Peki Fransa, Belçika, Portekiz, Japonya neyi bekledi?” diye sormak gerekir. Görüldüğü gibi Türkiye ve Yunanistan dışındaki tüm onaylar, 1924-1926 arasındadır.
Lozan’da İngiltere halifelik konusunu gündeme getirdiğinde, İsmet Paşa, bunun Türkiye’nin iç meselesi olduğunu belirterek konuyu kapatmıştı.
LOZAN’DA GİZLİ MADDE VAR MI?
Lozan iki ülkenin değil, birçok ülkenin imzaladığı bir antlaşmadır. Onaylı birer örneği tüm imzacı ülkelere verilen Lozan’ın, bir veya birkaç ülke için gizli maddelerinin olması mümkün değildir. Bu iddia, Lozan’ın 143 maddesinde aradıkları açıkları bulamayanların palavrasıdır.
Gerçek şu: Lozan, emperyalizmin bölünmüş, parçalanmış, Batı’ya bağımlı Türkiye hayallerini yıkan ve şimdilik 94 yıllık barış sağlayan bir diplomasi zaferidir.
MADEN VE PETROL ÇIKARAMIYORUZ YALANI
Osmanlı döneminde, 19. yüzyılda Türkiye’nin petrolleri ve madenleri yabancıların kontrolündeydi. II. Abdülhamit, Türkiye’nin bor kaynaklarını, 1887’de bir İngiliz şirketine, Ereğli kömür işletmelerini de 1882’de Fransız ve İtalyan şirketlerine teslim etmişti. 1902-1911 arasında Osmanlı madenlerinin yarısından fazlası yabancıların elindeydi. Osmanlı petrolleri de İngiliz, Fransız, Alman şirketleriyle II. Abdülhamit’in kontrolündeydi. (Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Birinci Kitap, İstanbul, 2001, s. 153-164)
Türkiye Cumhuriyeti, Lozan’da kapitülasyonları kaldırdıktan sonra Osmanlı’nın yabancılara verdiği tüm ayrıcalıklara son verdi. Limanları, demiryollarını, fabrikaları ve madenleri, petrolleri yabancıların elinden alıp millileştirdi.
Bu amaçla Lozan’dan sonra çok sayıda kanun çıkarıldı. Altın ve Petrol Arama ve İşletme İdaresi, Maden Teknik Arama Enstitüsü (MTA), Etibank gibi kurumlar kuruldu.
MTA’nın çalışmaları sonunda ilk verimli petrol alanı 1940’ta Batman’ın Ramandağı bölgesinde bulundu. Bölgede 1948’de bir de rafineri kuruldu.
Türkiye’de 1923-1954 arasında 37 arama, 7 tespit, 13 üretim, 19 test olmak üzere toplam 76 kuyu açıldı. Toplam 76 kilometreden fazla sondaj yapıldı. Toplam 160 bin ton petrol üretildi.
1937’de temeli atılan Karabük Demir Çelik Fabrikaları 1939’da üretime başladı.
Lozan’dan sonra Türkiye’de maden üretimi arttı: 1930’da 9 bin ton olan linyit üretimi 1939’da 185 bin tona, 1946’da 460 bin tona, 1957’de 1.712 bin tona yükseldi. 1930-1940 arasında kömür üretimi 1.59 milyon tondan 3 milyon tona çıktı. Aynı dönemde krom üretimi 28 bin tondan 170 bin tona çıkarak yüzde 600 arttı.
Toplam maden üretimi, 1930 yılı 100 olarak alınırsa, 1935’te 157’ye, 1940’ta 232’ye yükseldi.
Atatürk’ün milli maden ve petrol politikası, 1950’lerde değişmeye başladı. DP hükümeti 12 Kasım 1952’de her türlü petrol faaliyetini yabancı şirketlere açtı. 1954’te ABD’li uzmanlarca hazırlanan 6326 sayılı Petrol Kanunu, milli petrol politikasına büyük darbe vurdu.
Lozan yüzünden maden ve petrol çıkaramadığımız iddiası koca bir yalandır.
LOZAN 2023’TE BİTECEK Mİ?
20 Temmuz 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 28. maddesinde antlaşmanın “20 yıl” olduğu belirtilmişti. Süre bitiminde taraflardan biri itiraz etmezse antlaşma devam edecekti. (İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C.1, 3. Bas, Ankara, 2000, s. 507, 519)
Oysaki 143 maddelik Lozan Antlaşması’nın hiçbir maddesine, eklerinde, protokollerinde ve sözleşmelerinde antlaşmanın süreli olduğuna ilişkin bir kayıt yoktur. Sadece Lozan’ın bazı “sözleşmeleri” ile “açıklamaları” 5 ile 7 yıllıktı. Bunlar Lozan’ın eklerinde açıkça belirtilmiştir. (Soysal, age, s. 83,84).
Lozan’ın son kullanma tarihi yoktur; Türkiye Cumhuriyeti var oldukça geçerliliğini koruyacaktır.
Lozan’ın bitmesini bekleyenler, Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden Sevr’e mahkûm etmek isteyenlerdir.
ÖNERİ
Beni de derinden etkileyen değerli araştırmacı Metin Aydoğan’ın “Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı” ile “Atatürk ve Türk Devrimi” adlı kitapları İnkılap Yayınları’nca yeniden basıldı. Bugün olup bitenleri daha iyi anlamak için mutlaka okuyun derim.
Sinan MEYDAN, 24 Temmuz 2017
Bu yazı Türkiye’nin tapusu Lozan / Sinan MEYDAN ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Erzurum Kongresi ve alınan kararlar ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Erzurum Kongresi, bölgesel müdafaa cemiyetlerinin katılımıyla 21 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum’da toplanan bölgesel nitelikli bir kongredir. Erzurum Kongresi’ne çoğunluğu İtilaf devletleri tarafından işgal edilmiş olan 5 doğu ili Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van’dan gelen 62 delege katılmıştır.
İki hafta süren Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar, Türk milletinin kurtuluş mücadelesinde izlenen yolda önemli ölçüde belirleyici olmuştur.
Erzurum Kongresi’ni geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden olan Hoca Raif Efendi açmış ve yoklamanın ardından yapılan oylamayla Mustafa Kemal Paşa kongrenin başkanlığına seçilmiştir.
İtilaf Devletleri ve İstanbul Hükümeti kongrenin Erzurum’da toplanmasını engellemek için çeşitli girişimlerde bulunmuşlarsa da amaçlarına ulaşamamışlardır. Çünkü İstanbul Hükümeti artık Anadolu’da sözünü dinletecek resmi bir görevli bulamamaktadır. Bu da, İstanbul Hükümeti ile Türk milletinin düşüncelerinin çok farklı olduğunu ortaya koymaktadır.
Erzurum Kongresi için öngörülen başlama tarihi aslında 10 Temmuz’du fakat delegelerin önemli bir bölümünün vaktinde gelememesinden dolayı kongre 23 Temmuz’a ertelenmiştir. Kongre, 1881 yılında Erzurum’da bulunan Eski İdadi Mektebi binasının birinci katındaki bir salonda yapılmıştır.
Erzurum Kongresinde alınan kararlar şu şekildedir:
Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.
Her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine karşı millet hep birlikte direniş ve savunmaya geçecektir.
İstanbul Hükûmeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa geçici bir hükûmet kurulacaktır. Bu hükûmet milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplanmamış ise, bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktır.
Kuva-yi Milliye’yi etkili, milli iradeyi hâkim kılmak esastır.
Azınlıklara siyasi hâkimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. Ancak bu vatandaşların canları, malları ve ırzları her türlü saldırıdan korunacaktır.
Manda ve himaye kabul olunamaz.
Milli irade ve toplanan ulusal güçler padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır.
Mebuslar Meclisi’nin derhal toplanmasına ve hükûmetin yaptığı işlerin milletçe kontrolüne çalışılacaktır.
Sömürgecilik amacı taşımayan devletlerden teknik, sanayi ve ekonomik yardım kabul edilebilir.
Erzurum Kongresi’nin alınan kararlar bakımından birçok özelliği bulunmaktadır fakat bunların en önemlilerinden biri manda ve himayenin kesin bir şekilde reddedilerek ilk kez ulusal egemenliğin koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine karar verilmesi olmuştur. Ayrıca, Erzurum Kongresi’nde ilk kez milli sınırlardan bahsedilmiş ve Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı anda Türk vatanı olan topraklarının parçalanamayacağı net bir dille açıklanmıştır.
Erzurum Kongresi, toplanma şekli bakımından bölgesel nitelikli bir kongre olmasına karşın aldığı kararlar bakımından milli bir kongredir. Bu bakımdan da Erzurum Kongresi, Sivas Kongresinin de bir öne hazırlığı niteliğini taşımaktadır.
Kongrede İlk defa bir geçici hükümetin kurulacağından bahsedilmiştir. Başkanlığını Mustafa Kemal’in yaptığı dokuz kişilik bir Temsil Heyeti oluşturulmuştur. TBMM’nin açılmasına kadar görevine devam eden Temsil Heyeti, çalışmalarını bir hükümet gibi sürdürmüştür.
Erzurum Kongresinin bir diğer önemi de Batı Anadolu’da Yunan kuvvetlerine karşı zor bir mücadele içinde olan Kuva-yi Milliye’ye büyük moral vermesi olmuştur.
Bu yazı Erzurum Kongresi ve alınan kararlar ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Sivas kongresi ve alınan kararlar ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Mustafa Kemal’in Amasya Genelgesi ile yaptığı çağrı üzerine, 1.Dünya Savaşı’ndan sonra işgale uğrayan Türk topraklarını kurtarmak ve Türk milletinin bağımsızlığını sağlamak için çareler aramak amacıyla seçilmiş ulus temsilcilerinin Sivas’ta bir araya gelmesiyle,4 Eylül 1919 – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleşen ulusal kongredir. Sivas Kongresi’nde alınan kararlar, daha önce gerçekleştirilen Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek tüm ulusu kapsar bir nitelik kazandırmış ve yeni bir Türk Devleti’nin kuruluşuna temel olmuştur; bu nedenle Sivas Kongresi’nin Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki önemi büyüktür.
Sivas Kongresi’nde Alınan Kararlar
4 Eylül 1919’da ise, millî egemenlik ilkesine dayalı yeni Türk Devleti’nin kuruluşuna temel olan Sivas Kongresi toplandı. Kongrede, “vatanın bölünmez bir bütün olduğu” konusunda millet temsilcileri ortak bir karara vardılar.
• Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, ayrılamaz
• Her türlü işgal ve müdahaleye karşı, millet birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir.
• İstanbul Hükümeti, dışarıdan gelecek bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
• Kuvayı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak esastır.
• Manda ve himaye kabul olunamaz.
• Aynı gaye ile milli vicdandan doğan cemiyetler “ Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti “ adı altında birleştirilmiştir.
• Milletimiz çağdaş gayelerin büyüklüğüne inanır ve teknik, sınai ve iktisadi durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder.
• Mukaddes maksadı ve umumi teşkilatı idare için kongre tarafından bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir.
Bu alınan Kararlarla ülkedeki tüm yerel direniş örgütleri “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirildi. Başkanlığına da doğal olarak Mustafa Kemal Paşa seçildi. Kongre sonucunda oluşturulan “Heyet-i Temsiliye” milletin isteklerini yansıtan bir nitelik kazandı. Ancak, İstanbul yönetiminin ruhsal ve duygusal ağırlığı henüz devam ediyordu. Bundan dolayı, Sivas Kongresi Mustafa Kemal Paşa’nın istediği “kuruculuk” niteliğini gösterememiş, vatanın kurtuluşu için bir an önce Meclis’i Mebusan’ın toplanmasını padişaha bildirilmesine karar vermişti.
Ancak bu karar da önemli bir adımdı. Kurtuluş mücadelesi ve millî egemenliğe geçişin ikinci evresi de tamamlanmıştı. Üçüncü aşamada ise, millî egemenliğin gerektirdiği tüm ilke ve değerlere sahip bir büyük Meclisin kurulması ve Kurtuluş Savaşı’nın millî güçlere dayalı olarak kazanılması süreci başladı.
Misak-ı Milli (Ulusal And)
Sivas Kongresi sonuçları ülke çapında büyük coşkuyla karşılanmış, millî hareketin her yerde egemen olduğu düşüncesi giderek güç kazanmıştı. Atatürk, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. Kurtuluş Savaşının ve yeni kurulacak millî Devletin merkezi yönetim yeri de belli olmuştu.
Sivas Kongresi kararına uygun olarak son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı 12 Ocak 1920’de toplandı. Ancak, Meclis içindeki vatanseverler, bütün çabalarına rağmen padişahın egemenliğine dayalı sistemin ortam ve alışkanlıklarını yok edemediler. Bu durum, Meclis-i Mebusan’a bağlanan son ümitleri de yıktı. Ama, yine de anayasal nitelikte önemli bir karar alınabildi. 28 Ocak 1920 tarihli bu karar, “ulusal and” anlamına gelen “Misak-ı Millî” idi.
Misak-ı Millî (ulusal and), daha Erzurum Kongresi sırasında biçimlenmeye başlanmış, Sivas Kongresi’nde olgunlaşmış ve sonuçta esasları doğrudan doğruya Atatürk tarafından yazılmıştı. Temel ilke olarak, “vatanın ve milletin bõlünmezliği” vurgulanıyordu.
Millet adına bu yeminin edilmesi için, millî güçler yanlısı her Meclis-i Mebusan üyesi büyük çaba göstermiş ve sonunda bu kararın alınması gerçekleştirilmiştir, Millî And, özetle şöyledir :
Misak-ı Milli (Ulusal And) ile Ortaya Konulan Şartlar
Osmanlı Meclis-i Mebusanı üyeleri barışa kavuşmak için şu vazgeçilmez şartları ileri sürerler :
• Dünya Savaşının bitiminde imzalanan Mütareke Antlaşmasının çizdiği sınırlar içinde, din, ırk ve asılca birlik oluşturan vatandaşların oturduğu yerler hiçbir biçimde yurttan kopartılamaz.
• Osmanlı Saltanatının ve Halifeliğin merkezi İstanbul’un güvenlik içinde bulunması şartı ile Boğazlar açılabilir. Daha önce bizden ayrılan Batı Trakya’da, Mütareke sınırları dışında tutulmak istenen Kars, Ardahan ve Batum’da halk oyuna başvurulması gerektir.
• Osmanlı Devletindeki Arapların çoğunlukta olduğu yerlerde de halk oyuna gidilmelidir.
• Bağımsızlığımızı sınırlayacak siyasî, ekonomik hiç bir antlaşma kabul edilemez.
• Bu şartlar kabul edilmezse barış yapmak imkânsızdır.
Meclis-i Mebusan’da alınan ve ilan edilen Misak-ı Millî kararı, Ayan Meclisinde görüşülmedi. Dolayısıyla onaylanmak üzere padişahın önüne de gelmedi.
İtilaf Devletleri bu karar karşısında, İstanbul Hükümetini millî güçlere karşı harekete geçmeye zorladılar. 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildi. Meclis-i Mebusan basıldı. Anadolu hareketi yandaşları ve bir kısım aydınlar tutuklandı. Resmi dairelere el kondu.16 Mart günü Osmanlı Devleti fiilen sona ermişti. İki gün sonra toplanan Meclis, çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı.11 Nisan 1920’de padişahça dağıtıldı. Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı tarihe karışmıştı.
Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında yer alan “Türk vatanı ve milletin bölünmezliği” ilkesinin millî ve hukukî dayanağı, hâlâ yaşayan “Misak-ı Millî” ruhudur.
alıntı:ataturkinkilaplari.com
Bu yazı Sivas kongresi ve alınan kararlar ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>TBMM Hükûmeti, daha Mudanya Ateşkes Anlaşması görüşmeleri devam ederken İtilaf devletlerine verdiği bir nota ile barış konferansının 20 Ekim 1922’de İzmir’de toplanmasını teklif etmiştir. Ancak Müttefikler bu teklife sıcak bakmamışlar ve konferansla ilgili olarak kendi aralarındaki görüşmelere ağırlık vermişlerdir. Sonuçta barış konferansının 13 Kasım’da Lozan’da toplanması konusunda fikir birliğine varmışlar ve 27 Ekim 1922 tarihli bir nota ile de kararlarını hem TBMM Hükûmetine hem de İstanbul Hükûmetine bildirmişlerdir.
20 Kasım 1922’de İsviçre’nin Lozan kentinde başlayan barış görüşmelerine, bir tarafta Türkiye, diğer tarafta da İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya katılmıştır. Sovyetler Birliği, Gürcistan ve Ukrayna Boğazlar sorununun görüşüldüğü sırada konferansa katılmak üzere çağrılmışlardı. Bulgaristan Adalar Denizi’ne çıkış sorunu görüşüldüğü sırada konferansa katılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri ise konferansa bir gözlemci bulundurarak katılmıştır.
İtilaf devletlerinin hem TBMM Hükûmetini hem de İstanbul Hükûmetini konferansa davet etmesi üzerine, İstanbul Hükûmeti Sadrazamı Tevfik Paşa TBMM’nin milletin tek temsilcisi olduğu gerçeğini görmezden gelerek barış görüşmelerine katılmak için çaba içerisine girmiştir. İstanbul Hükûmetinin elde edilen askerî ve siyasi zafere ortak olma girişimleri, Anadolu’da yeni bir Türk devleti kurulduğu gerçeğini görmezden gelmeleri saltanat kurumunun da varlığını tartışılır hale getirmiştir.
Kurtuluş Savaşı yıllarında iç ve dış koşulların uygun olmaması sebebiyle saltanata karşı doğrudan doğruya olumsuz bir tavır sergilemeyen, bununla birlikte saltanatın kaldırılması için uygun bir siyasal ortam bekleyen Mustafa Kemal Paşa, Mecliste Osmanlı Hükûmetine doğan tepki karşısında sorunun kökten çözümlenmesi için saltanatın kaldırılmasını gündeme getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın telkinleriyle Dr. Rıza Nur Bey ve arkadaşları saltanatın kaldırılmasına dair hazırladıkları teklifi Meclise sunmuşlardır. 1 Kasım 1922’de TBMM’de yapılan oylama ile saltanat kaldırılmış ve böylelikle zaten fiilen ortadan kalkmış olan Osmanlı Devleti’nin hukuken de varlığına son verilmiştir.
Saltanatın kaldırılması ile barış görüşmelerinde Türk tarafını sadece TBMM Hükûmetinin temsil etmesi sağlanmıştır. TBMM Hükûmeti tarafından barış görüşmelerine katılacak heyet belirlenmiştir. Türk heyetinde baş delege İsmet (İnönü) Paşa, ikinci delege Dr. Rıza Nur ve diğer delege Hasan (Saka) Bey idi. Türk heyeti sadece bu isimlerden ibaret değildi. Bu isimlere ek olarak askerî, mali, iktisadi, hukuki alanlardaki danışmanlar grubu yer alıyordu. Konferansa katılırken İsmet Paşa’nın temel aldığı iki hareket noktası vardı:
-Türkiye, kendisini konferans için çağrı yapan davetçi ülkeler kadar yetkili görüyordu.(Eşitlik ilkesi)
-İtilaf devletleri Türk delegelerini, Birinci Dünya Savaşı’nın “mağlup” olan tarafı olarak görmeleri halinde, İsmet Paşa kendisini Millî Mücadele’nin “galip” devleti olarak görmeye devam edecek ödün vermeyecekti.
Türk temsil heyetine, Güney sınırı, Doğu sınırı ve Doğu Trakya’nın Batı sınırı, adalar, Kapitülasyonlar, azınlıklar, Düyun-u Umumiye ve yabancı kurumlar konusunda taviz verilmemesi, ortaya çıkacak güçlüklerde, Bakanlar kurulundan talimat alınması, gerekirse görüşmelerin kesilmesi gibi, Misakımillî amaçlarına yönelik on dört maddelik bir direktif verilmişti.
Barış Konferansı 20 Kasım 1922 tarihinde toplandı. Konferansın ilk gününde İsmet Paşa söz alarak Misakımillî kararlarından taviz verilmeyeceğini, Türkiye’nin tam bağımsızlığını sağlamakta kararlı olduğunu vurgulamıştır. Konuşmasını; “çok ıstırap çektik, çok kan akıttık; bütün medeni milletler gibi hürriyet ve istiklal istiyoruz,” sözleriyle tamamlamıştır.
İtilaf devletleri temsilcileri bir iki hafta zarfında Barış Antlaşması’nın hazırlanabileceğini ümit ediyorlardı. Ancak, İsmet Paşa’nın Türk çıkarlarını ısrarla savunması karşısında görüşmeler sekiz ay devam etmiştir. Konferans başlar başlamaz İngiltere, Fransa ve İtalya başkanlıklarını yapacakları üç ayrı komisyonu hemen oluşturarak çalışmalarına başladı. Bu komisyonlar;
1. Birinci Komisyon, İngiliz delegesi Lord Curzon’un başkanlığında “Ülke ve Askerlik Komisyonu” adını taşıyordu ve Boğazlar rejimini ele aldı.
2. İkinci Komisyon, “Türkiye’de Yabancılar ve Azınlıklar Rejimi Komisyonu” adını taşıyordu ve başkanlığını İtalyan delegesi Garroni yapıyordu.
3. Üçüncü Komisyon, Fransız delegesi Barer tarafından yönetiliyor ve “Maliye ve İktisat Sorunları Komisyonu” adını taşıyordu.
İngiltere’nin üzerinde ağırlıkla durduğu konular, Musul ve Boğazlar’ın statüsü meselesi idi. Fransa, borçlar, Kapitülasyonlar ve imtiyazlar, İtalya ise Kapitülasyonlar, adalar ve kabotaj meselelerine önem veriyordu. Türkiye için hiç de kolay olmayan koşullarda konferans devam etmiştir. 31 Ocak 1923 tarihinde de Barış Antlaşması tasarısı imzalanmak üzere Lord Curzon tarafından İsmet Paşa’ya verilmiştir.
Tasarıda imzası bulunan devletlere göre, Türkiye’nin pek çok isteği kabul edilmişti. Barışın sağlanabilmesi için, Türkiye tasarıyı kabul etmeliydi. Ancak yeterli güvence sağlanamaz ise Türkiye’nin istediği gibi Kapitülasyonları kaldırmak mümkün olmayabilirdi. Türkiye, Lozan’da çok şey elde etmişti. Türkiye tutumunu iyi tartmalı ve çıkarlarını kuruntu ve varsayımlara feda etmemeliydi. Barışı geciktirmenin tehlikelerini düşünüp, ona göre hareket etmeliydi. Bu beklentiler karşısında, İsmet Paşa tasarıyı incelemek üzere bir hafta süre istedi. Lord Curzon süre istenmesini akla uygun bulmakla birlikte acele imzalanması gerektiğini bildiriyordu. Türkiye ya tasarıyı imzalayacak barış olacaktı, ya da imzalamayacak barış olmayacaktı. Bundan doğacak sonuçlara katlanmayı da göze alacaktı.
Barış Antlaşması tasarısında Türkiye için kabul edilebilecek hükümlerin yanında kabul edilmesi imkansız maddeler de vardı. Bunların başında Doğu Anadolu’da Ermenilere toprak verilmesi ve Kapitülasyonlar’ın devam ettirilmesi konusu geliyordu. Bu yüzden 4 Şubat 1923 tarihinde Türk heyeti antlaşma tasarısını imzalamayı reddedip toplantıyı terk etti. Türk heyeti konferansın kesilmesi sorumluluğunu yüklenmemişti. Tüm sorumluluk, Türk görüşünü anlamamakta ısrar eden karşı tarafındı. Türk heyeti toplantıyı terk etmekle, sadece Müttefik devletlerin kararına direnmekle kalmamış, aynı zamanda zor ve baskıya boyun eğmeyeceğini de göstermişti.
Lozan Konferansı’nın ikinci dönemi 23 Nisan 1923’te başlamıştır. Üç ay kadar devam eden toplantılarda, halledilemeyen meseleler üzerinde görüşmeler yapılmıştır. Konferans’ın ikinci döneminden Türkiye’ye her türlü zorluğu çıkaran Lord Curzon’un yerini, Rumbold almıştı. Fransızları da Türkiye’de görevli General Pelle temsil ediyordu. Konferans’ın yapısı askıda kalan sorunlara paralel olarak değişmişti. Siyasi sorunlar daha önce çözümlenmiş, geriye ekonomik ve mali işleri kapsayan konular kalmıştı. Bu konular üzerinde duracak kişilerin devlet adamlarından çok teknik uzmanlar olması gerekiyordu.
Haftalar gelip geçiyor, konferans uzuyordu. Kimse savaş istemediği için her maddeye bir çözüm yolu aranıyordu. Sonunda İngiltere’nin geri adım atışı ile herkesi memnun edecek birtakım formüller bulunmuştur. Borç sorunu ileride yapılacak antlaşmalara bırakılmıştır. Tazminat isteklerinden vazgeçilmiştir. Kapitülasyonlar kaldırılacak, ekonomik konular Türk yasalarına göre ele alınacaktı. Sonuçta İsmet Paşa’nın ilk günden itibaren vurgulamaya çalıştığı taraflar arası eşitlik kuralına uygun olarak 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Antlaşma’yı 23 Ağustos 1923 tarihinde onaylamıştır. Lozan Antlaşması yeterli onay belgesi sayısına ulaşılması ile 6 Haziran 1924’te yürürlüğe girmiştir.
Lozan Antlaşması, 5 kısımdan, 143 maddeden oluşmaktadır. 45 maddelik birinci kısım sınırlar, vatandaşlık ve azınlıklara ait hükümleri, 18 maddelik ikinci kısım mali hükümleri, 36 maddelik üçüncü kısım iktisadi hükümleri, 44 maddelik dördüncü ve beşinci kısımlar, taşıt yolları, sağlık işleri ve diğer konuları içine alıyordu. Barış Antlaşması’nın belli başlı maddeleri şöyleydi:
1. Lozan Antlaşması’nın birinci maddesine göre; Türkiye ile Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasındaki savaş durumu antlaşmanın yürürlüğe girmesinden itibaren sona ermiş oluyordu.
2. Meriç nehrinin batısına dek Doğu Trakya, Türkiye’nin olacaktı.
3. Suriye sınırı, 20 Ekim 1921 tarihli Türk-Fransız Dostluk Antlaşması (Ankara İtilafnamesi) ‘nın 8 nci maddesine göre düzenlenen sınır olacaktı.
4. Irak sınırının saptanması, antlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonraki 9 aylık süreç içinde Türkiye ile İngiltere arasında görüşme yoluyla çözümlenecekti.
5. Imroz (Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan Adaları Türkiye’ye; Sakız, Sisam, Midilli ve Nikarya Adaları ise Yunanistan’a bırakılıyordu. Ancak Yunanistan bu adalarda deniz üssü kuramayacak, tahkimat yapamayacak ve fazla asker bulunduramayacak ayrıca Anadolu kıyıları üzerinde uçak uçuramayacaktı.
6. Türkiye Libya’daki ayrıcalıklarından vazgeçiyordu.
7. 5 Kasım 1914’ten itibaren (İtilaf devletlerinin Osmanlı Devleti’ne savaş açtığı tarih) Kıbrıs’ın İngiltere tarafından ilhakı kabul ediliyordu.
8. Türkiye’de Kapitülasyonlar her bakımdan ve tümüyle kaldırılıyordu.
9. Ege Denizi’nde İtalya’nın işgali altında bulunan adalar İtalya’ya bırakılıyordu.
10. 5 Kasım 1914’ten itibaren Türkiye, Mısır ve Sudan üzerindeki tüm haklarından vazgeçiyordu.
11. Azınlık hakları karşılıklı eşitlik ilkesinden hareketle ve bu konudaki uluslar arası antlaşmalar gereğince çözümleniyordu.
12. Boğazlarda “Geçiş Serbestisi” ilke olarak kabul ediliyordu.
Lozan Antlaşması, Türkiye’nin Mondros ve Sevr ile elinden alınmak istenen topraklarını ve bu topraklar üzerindeki Türk ulusunun istiklâlini geri getirdi ve millî sınırlar içinde yeni bir Türk devletinin varlığını sağladı. Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’nın galibi ve Almanya’ya, Avusturya’ya Bulgaristan’a istediklerini dikte ettirerek yaptırmış olan İtilaf devletlerini, bağımsızlık savaşında yenerek Misakımillî’yi ve istiklalini kabul ettirdi.
Bu yazı Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Büyük Taarruz’un başarıyla sonuçlanmasından sonra Anadolu’da Yunan askeri kalmamış idi. Türk orduları bir taraftan İzmir’e girerken bir taraftan da Bursa’yı alarak Marmara kıyılarına dayanmıştı. Trakya ise halen işgal altındaydı. İngiltere Başbakanı Lloyd George Türklerin İstanbul ve Çanakkale’ye doğru harekata girişebileceklerinden endişeleniyordu. Hatta, Türklerle savaş sözünü bile telaffuz etmeye başlamıştı.
Mustafa Kemal Paşa, bu gelişmeleri soğukkanlı ama kararlı bir politika içinde takip etmiştir. İtilaf devletleri Türk Hükûmeti ile mütareke yapmak istiyordu. Mütareke görüşmeleri sürerken İtilaf devletleri Dışişleri Bakanları imzasıyla 23 Eylül 1922 tarihli nota gelmiştir. Bu nota temel olarak, iki meseleyi kapsıyordu. Biri, askerî harekâtın durdurulması; diğeri, konferans ve barış ile ilgiliydi. Mustafa Kemal Paşa, 29 Eylül günü verdiği cevapta, Edirne dahil Meriç’e kadar Trakya’nın boşaltılması ve Türkiye’ye verilmesi şartıyla konferansa katılabileceklerini bildirmiştir.
1 Ekim’de de TBMM, İtilaf devletlerine bir nota göndererek; “Trakya’nın tek bir gün bile fazla olsa Yunan ordusu yönetimi altında bırakılması her türlü tehlikenin ve bütün Türkiye ahalisi acılarının kaynağı olması cihetiyle Trakya’nın Edirne de dahil olduğu halde Meriç batısına kadar hemen boşaltılması ve acele TBMM Hükûmeti’ne teslim edilmesi” şartıyla Türkiye’nin barıştan ve konferansın toplanmasından yana olduğunu bildirmiştir. Aynı notada konferansın 3 Ekim’de Mudanya’da toplanması önerilmiştir.
mutabakat neticesinde konferans 3 Ekim Salı günü saat 15.00’te başlamıştır. Türkiye’yi Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa temsil etmiştir. Türk heyetinde Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım Paşa, Harekât Şube Müdürü Tevfik ve İstihbarat Şube Müdürü Tahsin Beyler de bulunuyordu. İngiliz delegesi General Harrington, Fransız delegesi General Charpy, İtalyan delegesi General Mon Belli idi.
Yunan delegesi konferansa katılmamış Mudanya’da geldiği gemiden karaya çıkmayarak görüşlerini müttefik devletler temsilcilerine buradan yazılı olarak bildirmiştir. 3 Ekim günü başlayan görüşmeler 11 Ekim’e kadar çok çetin tartışmalarla geçmiştir. Bir ara görüşmeler kesilme tehlikesi atlatmıştır. General Harrington, donanmalarının ve ordularının güçlerinden bahsetmeye yani bir çeşit tehdide başlamış ancak Türk heyetinin General Harrington’a cevabı çok sert olmuştur.
Türk heyetinin kararlığı karşısında görüşmeler 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması ile sonuçlanmıştır.
Özetle;
Türklerle Yunanlar arasındaki çatışmaya son verilecek,
On beş gün zarfında Trakya tahliye olunacak; bu tahliyeden itibaren otuz gün zarfında Trakya, Türk memurlarına devrolunacak,
Mütarekenin imzasını müteakip İstanbul ve Boğazlar Türk mülkî idaresine teslim olunacak. Ancak İstanbul ve Boğazlar’da bulunan İtilaf kuvvetleri, miktarları artırılmamak şartıyla, barış aktine kadar bırakılabileceklerdi.
Bu Mütareke’ye göre, Trakya savaşsız alınmış oldu. Bu zamana kadar, Sevr’i kolaylıkla kabul ettirebileceklerini sanan İtilaf devletleri bu Mütareke ile kendileri için Sevr’in bir hayal olduğunu kabul etmiş oldular. Mudanya Mütarekesi, Türk İstiklal Savaşı’nın Türk zaferiyle sonuçlandığını gösteren ilk diplomatik ve siyasi belge olması bakımından fevkalâde önemlidir. Mütareke yurt içinde büyük coşkuyla karşılanmıştır.
Bu yazı Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Ankara Antlaşması (20 Ekim 1921) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Fransızlar, Ankara Hükûmeti ile ilk uzlaşma girişimlerini 29-30 Mayıs 1920’de imzaladıkları mütareke ile yapmışlardır. Ancak bu durum uzun sürmemiş ve özellikle Antep bölgesinde savaş devam etmiştir. Mart 1921’de Londra Konferansı’nın bir sonuç vermeden dağılması üzerine Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey Fransızlarla ikili bazı antlaşmalar imzalanmıştır. Ancak bu anlaşmalar Türkiye’nin tezine ters düştüğü için TBMM ve Hükûmeti tarafından kabul edilmemiştir. En sonunda Fransız Hükûmeti, eski bakanlardan Franklin Bouillon başkanlığındaki bir heyeti Ankara’ya göndermiştir ve heyet 13 Haziran 1921’de görüşmelerine başlamıştır.
Ancak görüşmeler sırasında Franklin Bouillon tartışmalarını Sevr Antlaşması ve Bekir Sami-Briand arasında imzalanan antlaşma çerçevesinde yoğunlaştırırken, Türk heyeti Misakımillî’yi esas almaktaydı. Bu nedenle görüşmeler günlerce sürmüştür. İki devlet arasındaki anlaşma noktalarını belirlemek için zamana ihtiyaç olmuştur. Birinci ve İkinci İnönü Zaferleri’nden sonra, başarının, daha büyük bir zaferle pekiştirilmesi gerekiyordu. Başarılar, Sakarya Zaferi ile pekiştirilecek ve Sakarya Zaferi’nden 37 gün sonra antlaşma sağlanacaktı.
Bu gelişmelerden sonra, Franklin Bouillon 20 Eylül 1921’de tekrar Ankara’ya gelmiş ve 24 Eylül 1921’de görüşmeler başlamıştır. Kapitülasyonlar kaldırılmadan ve Türkiye için tam bağımsızlık kabul edilmeden bir anlaşmanın mümkün olamayacağı kesin olarak ifade edilmiştir. Görüşmeler sonucunda 20 Ekim 1921’de on üç maddelik Ankara Antlaşması imzalandı.
Ankara Antlaşması ile Birinci Dünya Savaşı öncesi kurulmuş bulunan İtilaf bloğu parçalanmıştır. Fransa’nın, Türkiye’yi ve Misakımillî’yi resmen tanıması, İngiltere’nin Doğu Akdeniz politikasını desteklemekten vazgeçtiğini göstermesi bakımından önemlidir. Yine Fransız desteğini yitiren Ermenilerin de Kilikya üzerindeki hayalleri sona ermiştir.
Bu antlaşmanın siyasi yararlarının yanı sıra askerî bakımdan da yararları son derece önemlidir. Türkiye, Güney Cephesi’ni güvenceye almış ve buradaki askerlerini de Batı Cephesi’ne kaydırmıştır.
Bu yazı Ankara Antlaşması (20 Ekim 1921) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Kars Antlaşması (13 Ekim 1921) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Sovyet Rusya ile Türkiye arasında imzalanan Moskova Antlaşması’nın bir maddesinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) ile Türkiye arasında da birer antlaşma imzalanması yazılı idi. Moskova Antlaşması’ndan sonra Sakarya Savaşı’nı izleyen günlerde 13 Ekim 1921’de Kars’ta Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması imzalanmıştır. Kars Antlaşması ile adı geçen devletler Moskova Antlaşması’nda belirlenen sınırları onaylamıştır. Ermeni meselesi denilen ve Ermeni ulusunun gerçek çıkarlarından çok sömürgeci devletlerin ekonomik çıkarlarına göre şekillenen bu mesele, Kars Antlaşması ile çözüm yolunu bulmuştur.
Bu yazı Kars Antlaşması (13 Ekim 1921) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Moskova Antlaşması (16 Mart 1921) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Sovyetler Birliği ile bir dostluk antlaşması imzalamak ve ihtiyaç duyulan para ve savaş malzemesini temin için Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet, 11 Mayıs 1920’de Moskova’ya hareket etmiştir. Dostluk antlaşmasının şartları hazır olmasına rağmen, Sovyetler Birliği’nin Bitlis, Van ve Muş illerinin Ermenilere terk edilmesi ve Ermeni haklarını koruyan talepte bulunması nedeniyle antlaşma imzalanamamıştır. Fakat Sovyet Rusya ile diplomatik ilişki kesilmemiş, Sovyetler 1920 Ekim ayında Ankara’ya elçi göndermiş ve Ankara Hükûmeti de 14 Aralık 1920’de Ali Fuat Paşa başkanlığında Türk heyetini Moskova’ya yollamıştır. Türk heyeti ile Sovyet Rusya arasında yapılan görüşmeler sonucunda 16 Mart 1921’de Türkiye Sovyetler Birliği Dostluk Antlaşması imzalanmıştır.
16 Mart 1921 tarihli Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin Batıya karşı durumunu kuvvetlendirmiştir. Moskova Antlaşması ile Sovyetler, Sevr Antlaşması’nı geçersiz sayıyor, Misakımillî’de belirtilen sınırlar içinde Türkiye’yi tanıyordu. Kars, Ardahan, Artvin Türkiye’ye, Batum Gürcistan’a, Nahçıvan Azerbaycan’a bırakılıyordu. Ayrıca Sovyet Rusya, Büyük Millet Meclisinin tanımayacağı hiçbir antlaşmayı tanımayacaktı. Bu antlaşmayla Türk-Rus sınırı çizilmiş ve Kapitülasyonların kaldırılması Sovyet Rusya tarafından kabul edilmişti.
Moskova Antlaşması Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin dış politikada kazandığı bir zaferdir. Bu anlaşmayla Türkiye’nin doğu sınırı çizilmiştir. Sovyet Rusya’dan alınan mali ve askerî yardım Millî Mücadele’nin kazanılmasında ve her iki devletin ortak düşman kabul ettikleri Batılı devletlerle yapılan mücadelede önemli bir rol oynamıştır.
Bu yazı Moskova Antlaşması (16 Mart 1921) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Mondros Mütarekesi’nden sonra, büyük güçler Türkiye’nin geleceği üzerinde tartışmayı sürdürürken, Türk milleti kendi geleceğini belirlemek amacıyla Mustafa Kemal önderliğinde Millî Mücadele’yi başlatmıştı. Doğu Anadolu’da yaşayan Türk halkı da topraklarını savunmak üzere teşkilatlanmaya başlamıştı. Kuzeydoğu Anadolu’da bu amaca yönelik teşkilatlar kurulmuştur. “Millî Şûra” adı verilen bu kuruluşların en etkilisi Kars’ta gerçekleştirilmiştir. 17 Ocak 1919’da toplanan kongre Güney Batı Kafkas Geçici Millî Hükûmetini oluşturmuştur. 13 Şubat 1919’da Kars’a giren İngiliz kuvvetleri Kars’taki Millî Şûra’yı tanımış, fakat komutanlığın bu bölgeye Ermeni göçmenlerin getirilmesini ve vali olarak da bir Ermeni’nin atanmasını istemesi üzerine ilişkiler kopmuştur.
Gelişmeleri takip eden 15’inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, İngilizlerin desteği ile Ermenilerin bölgede nüfuslarını artırmaya çalıştıkları ve idarenin Ermenilere verildiğini ifade ettikten sonra, Türklere zulüm ve baskı yapıldığını bildirmiştir. İngilizler önce şiddetli bir propagandaya tabi tuttukları Ermenileri Türk hedeflerine doğru yönlendirmişlerdi. İngilizlerin bu politikasının sebebi Mütareke şartlarını çiğnemeden Doğu Anadolu’yu ve Kafkasları nüfuz bölgelerine dahil etmekti. İngiliz subaylarının bazıları Ermeni gönüllü alaylarının başına geçerek Van, Bitlis, Erzurum, Kars ve Nahçıvan’a saldırılar düzenlemişlerdir.
24 Eylül 1920’de verilen emir gereğince, Doğu Anadolu’da Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusu birçok cephede saldırıya geçmiştir. 1920 Eylül’ünde Sarıkamış, 30 Ekim’de Kars, 7 Kasım’da da Gümrü Türk birlikleri tarafından geri alınmıştır. Doğu harekâtı boyunca Kâzım Karabekir Paşa’nın yanında bulunan yabancı gözlemciler Türk ordusunun, son derece medeni ve insani davrandıklarını, Ermenilere karşı olumsuz bir hareket içinde olmadıklarını ve intikam duygusu ile hareket etmediklerini belirtmişlerdir.
Türk askerinin başarılı harekâtı sonucu fazla tutunamayan Ermeni Hükûmeti barışa yanaşmak zorunda kalmıştır. 3 Aralık 1920’de Gümrü Barış Antlaşması imzalanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetince imzalanan bu, ilk antlaşma olması ve Misakımillî’nin doğu sınırlarını kısmen belirlemesi bakımından önemlidir.
Antlaşmaya göre Sevr Antlaşması ile Ermenilere bırakılan Doğu illeri ve 1878 Berlin Antlaşması’yla Rusya’ya bırakılan Kars ve dolayları da Türkiye’ye bırakılıyordu. Ayrıca Ermeni Hükûmeti de Sevr Antlaşması’nın geçersiz olduğunu bu antlaşma ile kabul etmiş oluyordu.
Bu yazı Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920) ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>