Bu yazı ANATÜRK / Sinan MEYDAN ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bir Yörük kızı; resmi kayıtlara göre “Evladı Fatihan”, derin acılar yaşamış; genç yaşında altı çocuk doğurmuş, dört çocuğunu ve kocasını kaybetmiş, tek oğlunu asker ocağına vermiş oğlunun cepheden cepheye koştuğu günlerde gözüne uyku girmemiş, Balkan bozgununda evini barkını bırakıp göç etmek zorunda kalmış, hastalanmış, felç olmuş bir ana; Atatürk’ün annesi…
Yıl: 1881, İstanbul…
Köprülü Han’ın üst katında Duyunu Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kuruldu. Osmanlı iflas etmişti. Alacaklı Batılı devletler Osmanlı’nın gelir kaynaklarına el koydular.
Yıl 1881, Selanik…
Ahmet Subaşı Mahallesi’nde Islahane Caddesi’nde pembe bir evde Zübeyde Hanım doğum yaptı. Sarı saçlı mavi gözlü, nur topu gibi bir erkek evlat dünyaya getirdi. Baba Ali Rıza Efendi oğluna, Mustafa adını verdi.
Yani, emperyalizm “hasta adam” Osmanlı’nın gelirlerine el koyarken Zübeyde Hanım, o hasta adamın küllerinden yeni bir devlet kuracak olan bir evlat doğurdu.
Peki, ama kimdi bu Zübeyde Hanım?
BİR YÖRÜK KIZI
Zübeyde Hanım, Selanik yakınlarındaki Langaza’da doğdu. Çocukluk ve gençlik yıllarını burada geçirdi.
Okuma yazma bildiği için Zübeyde Molla olarak tanındı.
Babası Sofuzade Feyzullah Efendi, annesi Ayşe Hanım’dı. Hasan ve Hüseyin adlı iki erkek kardeşi vardı.
Zübeyde Hanım zeka ve cesaretle yoğrulmuş bir güzelliğe sahipti. Enver Behnan Şapolyo, 1922’de gördüğü Zübeyde Hanım’ı şöyle tasvir ediyordu:
“Kır düşmüş sarı saçları, mavi gözleriyle o, yaşlı bir Mustafa Kemal’i andırıyordu. Rumeli şivesiyle konuşuyor, zeki bakışlı eski İstanbul hanımları giyinişinde bir hanımefendi idi. Durmadan oğlundan sitayişle bahsediyordu.”
Zübeyde Hanım aslında Konya Yörükleri’ndendi (Konyarlar). Osmanlı’nın iskan politikasıyla Anadolu’dan Makedonya’ya göçürdüğü Türkmenlerdendi. Evladı-ı Fatihan’dı.
Atatürk’ün kardeşi Makbule Hanım, annesi Zübeyde Hanım’ın sık sık, “Soyumuz Yörük’tür. Konya Karaman yöresinden buraya gelmişiz. Babam Feyzullah Efendi’nin büyük amcası Konya’da kalmış, Mevlevi Dergâhı’na girmiş, orada Yörüklüğü tutmuş” dediğine tanık olmuştu.
Falih Rıfkı Atay şöyle diyor: “Zübeyde Molla Selanik’e birkaç saat uzakta Sarıyer adlı bir Yörük köyündendir. Mustafa Kemal ana tarafından Yörük’tür. Ondaki Altaylı tipi bundan olsa gerek”.
Şevket Süreyya Aydemir’in anlatımıyla da, “Ailenin içinde kendilerinin eski Yörüklerden oldukları hakkında söylentiler vardı. Nitekim Mustafa (…) kendi atalarının eski Yörük-Türkmen aslından geldiğinden bahsedecektir.”
Zübeyde Hanım güçlü karaktere, sağlam iradeye sahipti. Doğru bildiği şeyler uğruna sonuna kadar savaşan inatçı bir Türk kadınıydı.
DİNDAR BİR ANA
Zübeyde Hanım dindardı: Beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, Kuran okuyan, sofu bir kadındı.
Atatürk, annesinin dindarlığına hep saygı duydu. Öyle ki, annesine hediye alacağı zaman özelikle seccade, tespih, başörtüsü gibi eşyaları tercih ediyordu. Örneğin, Şam’da kurmaylık stajını yaparken annesine hediye olarak Suriye yapımı, dört tarafı gümüş sırmalarla işlemeli bir başörtüsü almış ve arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy)’la Selanik’e, annesine göndermişti. Ayrıca annesine yazdığı özel mektuplarda onun hoşuna gidecek biçimde İslami bir dil kullanıyordu.
Zübeyde Hanım, ailesi içindeki hacılardan hocalardan övgüyle söz ederdi. Oğlu Mustafa’nın da onların yolundan gidip iyi bir din eğitimi almasını, hatta iyi bir din adamı olmasını istiyordu. Bu nedenle oğlunun mutlaka mahalle mektebine gitmesini, dini bütün Müslüman çocukları gibi Kuran ilkelerine uygun yetişmesini arzuluyordu. Nitekim küçük Mustafa kısa bir süre de olsa, geleneksel-dinsel eğitim veren bir mahalle mektebine devam etti.
Zübeyde Hanım, öldükten sonra ruhuna hatim okutulmasını vasiyet etti. Ölümünden iki yıl kadar önce, Atatürk’ün talimatıyla kendisiyle ilgilenen Cemal (Bolayır) Bey’den şöyle bir istekte bulundu: “Evladım, ben öldükten sonra ruhuma her sene hatim okutmak üzere bir yere bir miktar para bırakmak isterim. Bunu nereye verelim?” Cemal Bey, Zübeyde Hanım’a Darüşşafaka’yı önerdi. Zübeyde Hanım, 1921’de Darüşşafaka’ya 20 bin kuruşluk bir bağışta bulundu. Bağış vasiyetine göre Zübeyde Hanım, “her yıl Kadir Gecesi’nde bir Darüşşafaka öğrencisinin Hatmi Şerif icra etmesini ve bundan doğacak sevabı başta Hz. Muhammed ve ailesi olmak üzere enbiya ve evliyalara, kendi gelmiş geçmiş aile efradının ruhlarına bağışlanmasını” şart koştu.
Daha sonra annesinin bu vasiyetini öğrenen Atatürk, her ölüm yıl dönümünde annesine hatim okutup, hatim okuyan hafıza zarf içinde bir miktar para verecekti.
Ancak annesinin Atatürk üzerinde din konusunda çok baskın bir etkisi olmadı. Çünkü Atatürk, erken yaşlarından itibaren askeri okullarda yatılı okudu. Askeri okulların akılcı, bilimsel havasından daha çok etkilendi. Dinin toplumsal gerçekliğini kabul etmekle birlikte materyalizm, pozitivizm, pragmatizm, evrim gibi yeni düşüncelere merak saldı.
ZOR BİR HAYAT
Zübeyde Hanım’ın kocası Ali Rıza Efendi önceleri devlet memurluğu yaptı: Gümrük işinde ve evkaf idaresinde çalıştı. Bir ara teğmen olarak Askeri Milliye Taburu’nda bulundu. Zübeyde Hanım’la evlendikten sonra geçim sıkıntısı çekince kereste tüccarlığına başladı. Rum çetelerinin saldırılarından zarar görünce tuz ticaretine yöneldi.
Zübeyde Hanım ile Ali Rıza Efendi’nin altı çocuğu oldu. Ancak Mustafa ve Makbule dışındakiler erken yaşta öldüler.
Ekonomik sıkıntılara, sağlık sorunları ve evlat acısı eklenen Ali Rıza Efendi de vakitsiz öldü.
Zübeyde Hanım, iki çocuğunu yanına alıp ailesinin Langaza’daki çiftliğine gidip gelmeye başladı.
O bunalımlı günlerinde genç yaşta dul kalan Zübeyde Hanım, komşularının aracılığıyla yeni bir evlilik yaptı.
Gözü kulağı, “Sarı Paşam” dediği oğlundaydı.
1905’te Harp Akademisi’nden mezun olan oğlunu görmek için İstanbul’a geldi. Oğlunun hapse atıldığını duymuş ve çok üzülmüştü. Atatürk’ü İstanbul’dan Şam’a gözyaşlarıyla uğurladı.
Balkan Savaşı’nda Selanik’in kaybedilmesi üzerine, o da oradaki diğer Türklerle birlikte, perişan halde İstanbul’a göçtü. Atatürk uzun bir arayıştan sonra annesini bir cami avlusundaki göçmenler arasında buldu.
Atatürk, I. Dünya Savaşı sonlarında Halep’te hastalandı. Bunu duyan Zübeyde Hanım, Halep’e gidip oğlunu ziyaret etti.
Atatürk,16 Mayıs 1919’da annesinin ve kız kardeşinin dualarıyla İstanbul’dan Samsun’a hareket etti. Anadolu’ya gitmeden önce annesine bir miktar para bıraktı.
Anadolu’ya çıkıp Kurtuluş Savaşı’nı başlatınca geri çağrıldı. Sarayın çağrılarına rest çekip geri dönmeyince idama mahkûm edildi. Oğlunun idam mahkûmu olduğunu duyan Zübeyde Hanım hastalandı, hatta kısmi felç geçirdi.
İlerleyen günlerde, Atatürk, hasta annesini yanına, Ankara’ya aldırdı. (Haziran 1922).
Zübeyde Hanım’ın sağlığı bozulmaya devam etti. Atatürk annesini, bir süre sonra evleneceği Latife Hanım’ın yanına, İzmir’e gönderdi. Anne, müstakbel gelin adayını görmek istemiş, oğul ise İzmir’in havasının annesine iyi geleceğini düşünmüştü.
Zübeyde Hanım son günlerini Latife Hanımların Karşıyaka’daki köşklerinde geçirecek, ancak oğlunun mürüvvetini göremeden hayata gözlerini kapayacaktı. (15 Ocak 1923).
Zübeyde Hanım öldüğünde Atatürk Batı Anadolu’yu kapsayan bir yurt gezisindeydi. Annesinin öldüğü gün 15 Ocak’ta Eskişehir’e gelmişti. Gün ağarmak üzereydi. Emir eri Ali Çavuş’u çağırıp “Bir haber var mı?” diye sordu. Ali Çavuş, “Şifre geldi ama çözülemedi” deyince, o derin mavi bakışlarını Ali Çavuş’a çevirip şöyle dedi: “Annemin öldüğünü biliyorum. Bir rüya gördüm. Yeşil tarlalarda annemle dolaşıyordum. Birdenbire bir fırtına çıktı. Anamı alıp götürdü.”
Daha sonra da İzmir’de bulunan Başyaver Salih (Bozok) Bey’e şu telgrafı gönderdi: “Verdiğiniz elim haber beni çok müteessir etti. Merhumenin münasip bir şekilde cenaze törenini yapınız. Cenabı Hak milletimize hayat ve selamet versin”.
Annesinin cenaze törenine katılamadı. Çünkü o sırada, savaştan yeni çıkmış bir milleti yaşatmaya çalışıyordu. Bu amaçla ülkeyi geziyor, halkın sorunlarını bizzat dinliyor, yapacağı devrimler konusunda halkın nabzını yokluyordu. O, kendini milletine adamış bir liderdi. Milletin hayatı, kendi hayatından, annesinden önce geliyordu.
ANNESİNİN MEZARI BAŞINDA
Birkaç gün sonra İzmir’deydi. Trenden iner inmez, Karşıyaka’da Osman Paşa Mescidi avlusundaki mezarı ziyaret etti. Büyük bir üzüntü ve heyecan içinde gözleri dolu dolu şunları söyledi:
“Annem ölmüş, bu hazin hakikat karşısında beni teselli eden bir nokta var: Kurtuluşu hepimiz için, bütün millet için bir milli amaç edinen bu güzel İzmir’in mukaddes topraklarında gömülmüş olması… İzmir’in şu güzel topraklarında gömülen zavallı annem; zulmün, baskının, özetle koca bir milleti uçuruma götüren keyfi saltanatın kurbanı oldu.”
Daha sonra Abdülhamit döneminde hapis yatmasından, Vahdettin’in çıkardığı idam fermanından söz ederek, annesinin sağlığının bozulmasından ve ölümünden bu saltanat baskısını sorumlu tuttu. “Bu elem senelerinde döktüğü gözyaşları ona gözlerini de kaybettirdi” dedi.
Sözlerini milli hâkimiyet yemini ederek bitirdi:
“Şüphesiz üzüntülüyüm. Fakat onu, hatta hepimizin büyük ve müşfik annesi vatanı mahv ve harabeye götüren keyfi saltanat, artık bir daha geri dönmemek üzere mezara gömülmüştür. Varsın annem bu toprakların altında yatsın; fakat milli hâkimiyet ilelebet payidar olsun. Bu hâkimiyet ilelebet devam edecektir. Bu beni teselli eden en büyük kuvvettir.
Arkadaşlar! Ben hem annemin önünde, hem de Allah’ın huzurunda yemin ediyorum: Bundan sonra hayatta en büyük idealim, bu kadar kan dökerek kazandığımız milli hâkimiyeti korumak olacaktır. Buna ölünceye kadar çalışacağım.” (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 9-10.)
TÜRBE İSTEMEM
Annesi için yaptırılan mermer sandukalı ve uzun kitabeli kabrin fotoğrafını görünce hiç beğenmedi.
Hasan Rıza Soyak’a şöyle bir emir verdi:
“İlk fırsatta İzmir’e gidersin, bu sandukayı ve kitabeyi kaldırtırsın, dağdan iki büyük ve uzun taş getirtirsin, birini olduğu gibi bir temel üzerinde tespit ettirir, diğerini baş tarafına diktirirsin ve bunun bir yerini biraz düzelttirerek ‘Atatürk’ün annesi Zübeyde burada gömülüdür’ diye yazdırırsın, altına da ölüm tarihini koydurursun, yeter”
1938’de İzmir Belediye Başkanı Dr. Behçet Uz, belediye meclisi kararıyla Zübeyde Hanım için bir türbe projesi hazırlatmıştı. Etrafında da bir park ve çocuk bahçesi planlatmıştı. Ancak Atatürk bu şatafatlı projeyi kabul etmedi. Kendi basit projesinin uygulanmasını istedi. Ayrıca, “Hem belediyenin masraf etmesine lüzum yoktur. Bunu biz yaptırılalım” dedi.
Belediye Başkanı’nın, “bu iş 1500-2000 liraya yapılır, bu işi İzmirlilere bırakın” ısrarı üzerine ancak onay verdi. Böylece Zübeyde Hanım’ın mezarı Atatürk’ün istediği şekilde yapıldı. (Soyak, a.g.e, s. 10-11)
ANA-OĞUL İLİŞKİSİ
Atatürk’ün ikinci büyük aşkı annesi Zübeyde Hanım’dı; ilk aşkı vatanıydı.
Annesini hep çok sevdi.
Çok küçük yaşlarda babasız kalmıştı. Annesi, ona hem annelik hem babalık yapmıştı.
Kılıç Ali’nin gözlemi şuydu:
“Annesi Atatürk’ü, Atatürk de annesini; ikisi birbirlerini adeta büyük bir aşkla severlerdi. Zübeyde Hanım oğluna karşı adeta derin bir saygı beslerdi. Elini tutup öpmek isterdi. Atatürk de annesine karşı olağanüstü saygılıydı.”
Cevat Abbas Gürer, “Ana ve oğul hazırlanmadan birbirlerini görmezlerdi” der.
Hasan Rıza Soyak’ın izlenimi de şöyle:
“Annesine derin bir sevgi ve saygı ile bağlı idi. Çankaya’da yanında kaldığı kısa müddet zarfında görüyordum: İzin almadan odasına girmiyordu, girince de elini öpüyor, sağlığı ile ilgileniyor, isteklerini soruyordu.”
Cevat Abbas Gürer’in aktardığına göre Kurtuluş Savaşı sonrasında, Zübeyde Hanım Ankara’ya geldiğinde bir keresinde oğlunun elini öpmek istedi. Atatürk, “Ne yapıyorsun anne?” diyerek elini çekince Zübeyde Hanım sakin ve ciddi bir tavırla şöyle dedi: “Ben senin ananım, sen benim elimi öpmekle bana karşı olan vazifeni yapıyorsun, fakat sen vatanı, milleti kurtaran bir devlet reisisin. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve onun tebaasıyım. Elini öpebilirim.”
Zübeyde Ana’nın doğurup yetiştirdiği evlat bu milleti kurtardı, bu ülkeyi kurdu.
Zübeyde Ana hepimizin anasıdır.
Zübeyde Ana’ya kin kusan kirli ağızları kapatmak Cumhuriyet Savcıları’nın görevidir.
Anneler Günü’nüz kutlu olsun.
Sinan MEYDAN, 15 Mayıs 2017
Bu yazı ANATÜRK / Sinan MEYDAN ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Atatürk’ün eşi Latife Hanım ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Latife Hanım, 17 Haziran 1898 yılında İzmir’de doğdu. İzmir’in tanınmış ailelerinden olan Uşak kökenli Uşakizade (sonra Uşşaklı) Muammer Bey ile Adeviye Hanım’ın kızı olan Latife Hanım’ın Vecihe (ö.1992), İsmail, Münci, Ömer ve Rukiye adlarında 5 kardeşi vardı. İzmir’in tanınmış ailelerinden gelen Latife Hanım, Uşakîzâde Köşkü’nün bahçesinde bulunan “camlı köşk”te ilkokulu, İstanbul Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde ortaokulu okudu. İzmir Lisesi’ni bitirdi. Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde hukuk okudu. Londra’da dil öğrenimi gördü. İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Almanca biliyordu.
Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılması üzerine, üçüncü sınıfta üniversite eğitimini yarıda bırakarak, Gazi Mustafa Kemal Paşa ve ordusunu karşılamaya İzmir’e döndü. 29 Ocak 1923-5 Ağustos 1925 tarihleri arasında iki buçuk yıl Mustafa Kemal Atatürk ile evli kaldı. “Uşaklıgil” âilesine mensuptur ve ünlü yazar Hâlit Ziyâ Uşaklıgil ile kuzendir.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İLE EVLİLİĞİ VE BOŞANMA SÜRECİ
9 Eylül 1922’de, Türk ordusunun İzmir’e girişinin ardından, güvenli bir karargâh arayışındaki kurmayları, Başkumandan Mustafa Kemal’e Uşakizade ailesinin köşkünü de önerdiler. Ailesi yurtdışında olan ve köşkte babaannesiyle birlikte kalan Latife Hanım’dan bir davet mektubu istendi. Bu öneriyi sevinerek kabul eden Latife Hanım, davet mektubunu yazdı ve ebeveynleri o sırada bir yurt dışı seyâhatinde olduğu için köşkte babaannesiyle birlikte kalan Latîfe Uşakî, 14 Eylül’den itibaren Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı köşkte ağırladı. 16 gün süren ve 30 Eylül 1922 tarihinde sona eren bu misafirlikte köşk, “Mudanya Ateşkes Antlaşması” çalışmalarına sahne oldu.
Bu tanışmadan sonra haberleşmeleri devam etti. Bir süre sonra Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım da, sağlık sorunları nedeniyle İzmir’e gittiğinde köşkte ağırlandı. Zübeyde Hanım’ın 14 Ocak 1923’te ölümü üzerine İzmir’e giden Mustafa Kemal ile Latife Hanım 29 Ocak 1923’te Muammer Bey’in Göztepe’deki Uşakîzâde Köşkü’nde, sade bir nikâhla evlendiler. Nikâh bazı yönlerden dönemin âdetlerine uymuyordu. Yaygın uygulamada kadınlar dinî nikâhta yer almazken, Latîfe Hanım dinî nikahta bulundu. Mareşal Fevzi Çakmak ve Kâzım Karabekir Mustafa Kemal’in, Mustafa Abdülhalik Renda ile Salih Bozok ise Latife Hanım’ın tanıkları idi.
Yeni devletin başkenti Ankara’ya gelerek Çankaya’da ilk Cumhurbaşkanlığı köşkü olarak kullanılan Kuleli Köşk (günümüzde Atatürk Müzesi olarak kullanılan bugünkü adıyla Eski Köşk)’te yaşadı. Eşinin isteği üzerine TBMM’deki oturumları izlemeye giden Latife Hanım, TBMM’ye giren ilk Türk kadını oldu. Pek çok yurt gezisinde eşine eşlik etti. 1925 yazında Doğu Anadolu gezisinde aralarında geçen tatsız bir tartışmadan sonra Latife Hanım ve Atatürk boşandılar. Boşanma haberi, 12 Ağustos 1925 günü radyoda yayımlanan bir hükümet bildirisi ile duyuruldu.
ÖLÜMÜ
Ölümüne kadar İzmir’de ve İstanbul’da yaşayan Latife Hanım, evliliği ve eşi hakkında konuşmayı ya da yazmayı kesinlikle kabul etmedi, ikinci kuşak yakınlarına da aynı yönde vasiyette bulundu. 12 Temmuz 1975’te İstanbul’da 77 yaşındayken göğüs kanserinden hayatını kaybetti. Dönemin İstanbul valisi Namık Kemal Şentürk’ün gayretiyle kara, hava ve deniz birliklerinden oluşan bir şeref kıtasının katıldığı cenazesi Teşvikiye Camisi’nden kaldırıldı; Edirnekapı Şehitliği’ndeki aile mezarlığına defnedildi. Latife Hanım’ın anıları ve sakladığı kıymetli belgeler Türk Tarih Kurumu’nda saklanmaktadır.
Latife Hanım’a soyadı kanunundan sonra bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Uşşaki” soyadı verilmiştir. “Uşşaki” aşıklar anlamına gelir. Atatürk’ün boşandığı eşine neden böyle bir soyadı verdiği o dönemlerde çok dedikodu malzemesi olmuş. Bu durum zaman içinde unutulmuş, Latife Hanım’ın soyadını ailesi ile aynı olduğu yanılgısı ortaya çıkmış ve bu düşünce yerleşmiş. Latife Hanım yanlış bir soyadı ile tanınmaya başlanmıştır. Oysa Latife Hanım’ın ailesinin soyadı “Uşaklıgil”dir.
İzmir’de ailesi tarafından yaptırılmış ve sonradan Latife Hanım’ın mülkiyetine geçmiş iki köşk bulunmaktadır. Bunlardan Göztepe’deki günümüzde İzmir Özel Türk Koleji kampüsü içinde yer alan aile malikhanesi müze olarak hizmet vermekte olup, Karşıyaka Belediyesi tarafından restore edilmiş olan Karşıyaka’daki ikinci köşkten kültürel işlevlerde yararlanılmaktadır.
Latife Hanım Köşkü’nün, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Annesi Zübeyde Hanım’ın ömrünün son günlerini geçirdiği ve vefat ettiği yapı olması nedeniyle manevi değeri büyüktür.
Köşk, Karşıyaka Belediyesi ve İzmir Valiliği’nin birlikte yürüttüğü çalışma sonucunda, restore edilmiş yapısı, o döneme ait eşyaları, Atatürk’ün Zübeyde Hanım’ın ve Latife Hanım’ın balmumu heykelleri ile tarihe tanıklık etmek üzere halkın ziyaretine açılmıştır.
Köşkte yapısal özelliklerini koruyan bölümler onarılmış, niteliklerini yitirmiş bölümler yeniden yapılmıştır. İçinde bulunan eşyalar, bağış ve satın alma yolu ile köşke kazandırılmıştır. Balmumu heykeller Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılmıştır.
Latife Hanım Köşkü’nün bahçesinde doğa ve tarih ile iç içe bir de kafeterya bulunmaktadır.
Atatürk’ün annesi hastalandıktan sonra doktorlar ona İzmir’in havasının iyi geleceğini söylediler. Bunun üzerine Atatürk, yaveri Salih Bozok’u İzmir’e gönderdi. (uygun bir ev araması için) bu evin Rumlar’dan kalan bir ev olmamasını özenle rica etti. Salih Bozok’un bu nedenle İzmir’e hareket ettiğini öğrenen Latife Hanım, Salih Bozok’u arayarak Karşıyada’daki evlerinin Zübeyde Hanım için uygun olduğunu kendisine evi göstermek istediğini söyler. Salih Bozok’la birlikte eve girdiklerinde istasyona yakın olan bu evin uygunluğuna karar verdiler. Zübeyde Hanım son günlerini huzur içinde geçirdi. (Zübeyde Hanım felçli idi.)
Atatürk; Salih Bozok Ankara’ya dönüp Zübeyde Hanım’ı almaya gittiğinde Latife Hanım evi Zübeyde Hanım için hazırlamaya başladı. Evin tüm eşikleri kaldırılarak Zübeyde Hanım’ın tekerlekli iskemle ile dolaşmasına uygun hale getirildi.
Salih Bozok Zübeyde Hanım’ı getirdi. Zübeyde Hanım’ın ilerlemiş durumda olan rahatsızlığı daha fazla yaşamasına izin vermedi. Evin bahçesinde bulunan selvinin Atatürk ve Latife Hanım için dikildiği söylenir.
Gruplar rezervasyonlu gelmektedir. Rezervasyon için telefon ederek randevu almanız rica olunur.
Adres : Latife Hanım Caddesi No: 32 Karşıyaka/İzmir
İletişim : (0232) 381 4311
Bu yazı Atatürk’ün eşi Latife Hanım ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Zübeyde Hanım’ın bilezikleri ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>15 Mayıs 1919…
Hava kararmıştı, neredeyse yatma vaktiydi. Mustafa Kemal eve geldi.
Kapıyı açan kız kardeşi Makbule’ye sıkıntılı bir yüz ifadesiyle baktı, şefkatle yanağını okşadı. “Annemin odasında karyolasının önüne yer sofrası yapıver, bu gece sizinle biraz dertleşmek istiyorum” dedi.
Zübeyde’nin odasında yer sofrası hazırladılar. Minderleri, yastıkları yerleştirdiler. Patates püreli rosto ve yumurtalı ıspanak yapmışlardı. Biraz sonra Mustafa Kemal odaya girdi. Üniforması üzerindeydi. Üstünü başını değiştirmemişti.
Zübeyde’nin elini öptü, bağdaş kurarak oturdu.
Pat diye, “gidiyorum” dedi!
Odaya adeta bomba düşmüştü.
“Buralarının da Selanik gibi olma ihtimali var, giderken gözüm arkada kalmasın, memleket için uğraşırken sizden yana bir üzüntüye düçar olmak istemem” dedi.
Zübeyde küt diye sırtüstü yığıldı. Bayılmıştı! Doktor Rasim Ferid’i çağırdılar. Zübeyde o arada kendine geldi. Heyecan, gerginlik, üzüntü, keder… Yorgun ruhu, bitmek tükenmek bilmeyen ayrılığı taşıyamamıştı. Sabaha kadar uyumadı. Kuran okudu.
Günün ilk ışıklarıyla, vedalaşmak üzere kapıya geldiler. Mustafa Kemal’in elinde Kur’an-ı Kerim vardı. Trablusgarp Savaşı’nda Libyalı mücahit şeyh Ahmet Sünusi tarafından kendisine hediye edilmişti. Sekiz yıldır nereye gitse, oraya götürüyordu. Sofya’da, Çanakkale’de, Şam’da, Halep’te, Filistin’de hep yanındaydı. .. Annesine bıraktı.
Makbule ağlıyordu.
Zübeyde otoriter ses tonuyla haşladı kızını…
“Sen asker kardeşisin, ayıp, ağlanır mı hiç” dedi.
Sanki dün gece üzüntüsünden bayılan o değilmiş gibi, heykel misali dimdik durmaya çalışıyordu. Kızını teselli ederken aslında kendi duygularını bastırıyordu. “Memleket için giden insan ölse bile ağlanmaz, koş misafirlere şerbet ez!” diye bağırdı.
Hepi topu birkaç altın bileziği vardı.
Selanik’ten elinde avucunda kala kala bunlar kalmıştı.
Oğluna verdi.
“Lazım olur” dedi.
1920.. . Hakikaten lazım oldu. Ankara’da paraya sıkışmışlardı. Ekmek alacak durumları kalmamıştı. Mustafa Kemal, emir erini çağırdı. “Valizde anamın birkaç parça ziyneti var, Osmanlı Bankası’na rehin bırak, para al” dedi.
Ali Çavuş yatak odasına gitti. Karyolanın altındaki valizi açtı. Mendile sarılı bilezikleri buldu. Bankaya koştu, tek kelime etmeden masaya koydu. 200 lirayı sayıp, uzattılar. Biraz olsun nefes alacaklardı.
Zübeyde’nin çeyiz bileziği… Milli Mücadele hamuruna karılmıştı.
Kaynak; Mustafa Kemal, Yılmaz ÖZDİL
Bu yazı Zübeyde Hanım’ın bilezikleri ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Atatürk’ün ailesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK, 1881 (Rumî 1296) yılında Selanik’te Koca Kasım Paşa Mahallesi Muhtar Sokak No:38’de bulunan ve bugün müze olan üç katlı bir evde dünyaya gelmiştir. Babası o sırada kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım’dır. Baba tarafından dedesi, ilkokul öğretmeni olan Kızıl Hafız Ahmet Efendi; anne tarafından dedesi ise Sofuzade (Sofizade) Feyzullah Efendi’dir.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün hem baba hem de anne tarafından soyu “evladı fatihan” yani Rumeli’nin fethinden sonra buraların Türkleştirilmesi için Anadolu’dan (Konya/Karaman bölgesinden) göçürülüp, iskân edilen Türk boylarındandır.
Baba soyu, günümüzde Makedonya Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan Manastır vilayetinin Debrei Bala sancağına bağlı Kocacık köyüne yerleşmiştir. Ali Rıza Efendi’nin babası Kızıl Hafız Ahmet Efendi ile onun kardeşi Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi 1800’lü yılların başında o dönemde yine bir Türk toprağı olan Selanik’e göç etmişlerdir. Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik’te dünyaya gelmiştir. Selanik’te Abdi Hafız Mektebinde okumuş, Vakıflar İdaresine kâtip olarak girmiş, “gümrük memurluğu” görevlerinde bulunmuş ve son olarak ticaretle meşgul olmuştur.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün anne soyu da, Fatih Sultan Mehmet döneminde Konya-Karaman civarından Rumeli’ye göçürülüp, iskân edilmiş olan Türk boylarındandır. Bu sebeple aileye “Konyarlar” da denilmektedir. Tamamen Türk olan Vodina sancağına bağlı Sarıgöl nahiyesine yerleşen aile; sonradan Selanik yakınlarındaki Lankaza’ya geçmiştir.
1841 doğumlu Ali Rıza Efendi, 1857 doğumlu Zübeyde Hanım ile 1870 veya 1871’de evlenmiştir. Altı çocukları olmuştur: Fatma (1871/1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal ATATÜRK) (1881-1938), Makbule (Boysan Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1886-1901?). Kardeşlerinden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında, o senelerde Rumeli’yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaşlarında vefat etmişlerdir. En küçükleri olan Naciye’nin ise Mustafa Kemal Mekteb-i Harbiyede öğrenci iken vefat ettiği düşünülmektedir. ATATÜRK, Selanik Askerî Rüştiyesinden itibaren hayatı boyunca dostlukları ve arkadaşlıkları devam etmiş olan Fuat Bulca’ya bir gün şöyle demişti: “Kardeşlerim arasında en sevdiğim Naciye’ydi. Çocuk yaşının üstünde hisli, duygulu ve öğrenmeye meraklıydı. Ben Harbiyeye giderken kitaplarımı istemişti. Annemden onu okutmasını istemiştim. Ne ablam Fatma’yı ne ağabeylerim Ahmet ve Ömer’i hatırlıyorum. Son ikisi aynı yıl, 1883’te ben iki yaşında iken ölmüşler. Naciye, annem gibi sarışın, mavi gözlü, duru beyaz tenli idi.”
Mustafa Kemal, 1886 yılında altı yaşına girdiğinde ilkokul çağına gelmiştir. Babasının istememesine rağmen, Zübeyde Hanım’ın ısrarları üzerine önce Koca Kasım Mahallesi’ndeki Mahalle Mektebine törenle giren Mustafa, kısa bir süre sonra; Selanik’in şöhretli öğretmenlerinden ve eğitimcilerinden Şemsi Efendi’nin yeni metotlarla elifba öğretimi yaptığı özel okula yazdırılmış ve esas öğrenimine burada başlamıştır. Mustafa okuyup yazmayı burada öğrenmiş, babasının ölümüne kadar bu okulun sınıflarını düzenli olarak takip etmiştir.
Ticari faaliyetleri iyi gitmeyen Ali Rıza Efendi, bu olaydan çok etkilenmiş ve hastalığa yakalanarak 23 Mayıs 1886 tarihinde Selanik’te vefat etmiştir. 1871 yılında Zübeyde Hanım ile evlenen Ali Rıza Efendi’nin henüz elli yaşlarında iken 1888 yılında ölmesi üzerine, yedi yaşlarında iken yetim kalan küçük Mustafa’nın büyütülmesi ve yetiştirilmesi görevi, büyük Türk kadını Zübeyde Hanım’a düştü. Babaları öldüğü zaman küçük Mustafa yedi, Makbule bir yaşını henüz doldurmuştu; Naciye ise kırk günlüktü.
Üç çocukla dul kalan Zübeyde Hanım, kardeşi Hüseyin Ağa’nın yönettiği Lankaza’daki Çalı (Rapla) Çiftliği’ne gitmiştir. Bu durum Mustafa’nın öğrenim hayatına bir süre ara vermesine neden olmuştur. Öğrenmek ve yetişmek imkânlarından mahrumiyetin verdiği huzursuzlukla âdeta bunaldığı görülen bu kabiliyetli ve yaratıcı çocuğu, annesi nihayet okula devam etmek üzere Selanik’teki teyzesinin yanına yollamak zorunluluğu duymuştur. Altı ay kadar süren çiftlik hayatından sonra Selanik’e gelen Mustafa Mülkiye Rüştiyesine (ortaokulu) başlamıştır.
KAYNAKLAR
ATADAN, Makbule; Ağabeyim Mustafa Kemal, (Yay.Haz.:Şemsi Belli) Ayyıldız Yayınları, İstanbul, 1959.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam Mustafa Kemal’in Hayatı, 1881-1919, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1969.
BAYUR, Yusuf Hikmet; ATATÜRK’ün Hayatı ve Eseri: Doğumundan Samsun’a Çıkışına Kadar, ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1990.
DİMİTRİADİS, Vasilis; Bir Evin Hikayesi (Çev.Gülsün AKSOY-AİVALİ), TTK Yay., Ankara, 2016.
EROĞLU, Hamza; ATATÜRK’ün Hayatı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986.
GÜLER, Ali; Bir Dâhinin Hayatı: ATATÜRK’ün Soyu, Ailesi, Öğrenim Hayatı (1881-1905), Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2000.
ÖZ, Mehmet Ali; Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre ATATÜRK’ün Ailesi, Asi Kitap Yay.,2017.
ŞAPOLYO, Enver Behnan, Kemal ATATÜRK ve Millî Mücadele Tarihi, Rafet Zaimler Yayınevi, İstanbul, 1958.
TURAN, Şerafettin; Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik Mustafa Kemal ATATÜRK, Bilgi Yayınları, Ankara, 2004.
UNAT, Faik Reşit; ATATÜRK ve Ailesi, Efradı ve Kendisine Karabet Dereceleri, V.TT Kongresi, Ankara, 12-17 Nisan 1956.
Bu yazı Atatürk’ün ailesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>